15 Haziran 2010 Salı

olmasın

beklencesi ömrümün,
dünyevi bir sessizlik içinde oluvermiş
olmasın.
yürüyemem,

hak edilmiş bir zaferin
nasıl yeni başlamışsa yolu, öyle yürüyemem.
itaat edemem dünyevi sessizlikte ki o yüze
tutamam elinden
soğuk ve rüzgarsız bir beyaz o
beklerken doğurduğum bir kul,
inanamam.

13 Haziran 2010 Pazar

tensiz bir kuşun büyüsü

tensiz bir kuş becerip tüylerini bir ar’ada tutmayı
süzüldüğünde göğe
tenleşen sesi
aç çocukların koparmadan önce kokladıkları iz çiçeklerine koku olup
sarar yerin çocuk gizli yüzünü
ve o
soluk tenli çocuklar
dönüşür
zalim bir büyü tene.

düşmüş gibi suya,
yağmurun bir tanesi…

az

sıfırdan büyük boşluk var sevgilim
1 den az bu hayat

diş tırnak

dişsin, tırnaksın, dirençsin
ama
eksik se
ellerinde dişlerinde aşk

üreten ,neyi yöneteceksin

yüzleşmek

aksinin izinde uysal bir anlamak,
toprağa kaynaşan et
ve
yürüdükçe artan kalabalık gibi tutunmaktır mevcuda
ölümdür,
yoldur ölümlüye.

aks
yürümedikçe büyüyen anlam
ve
toprağa düşen tırnak kadar yalnız bir dirençken,
yolu olmayana.

ve ben
tırnakta can,
sitemkar bir davetiye ölümlüye,
bir yüzleşmeyim
mümkünleşmeyle..

edebiyat süt sağıyor

sarılıyor cümlelerim birbirleriyle yuvarlanmanın sarı yapraklar ve günahsızlık nehrinde mümkün olup olmadığını arar gibi bir salıntı ve acizlikle.
yol alıyor çirkin oldukça görünmeyiz diye diye..

kurma saatler gibi edebiyat.ve tekmeci 3-5 asi.

sonsuzda beliren parçalanmış yüzler
yüksek yüksek tepelerde kurulmuş evlerde bir gelin başı kınalı
öbür yakasında kan dökülmemiş süt kutunun içinde

yuvarlanıyor cümlelerim
edebiyat
sadece sütü sayıyor

korkmasam

atacağım adımdan evvel
bir rüzgar esiverir arkamdan
kaldırıma

ak düşer göze
ah düşer göze
kaldırımdan..

herkesin

herkesin
papatya koklamasına şahit olabilirim,
olabilirim her şeyi herkesin

hem ben esirikken
toplasam herkesi bir araya
bakmam ki elimde kalana
sarılırım doya doya zamana..

şahit

masumken anlamadığım büyü içinde gözlerim

kimin düşü
önünde fotoğraf çektirdiğim o kapı
çıtaları maviye boyanmış bahar kokar
..
şahitsen söyle
su için kırılan toprağı
Allah için suskunluğu
sınıfı, mücadeleyi

bezelye prensesle ispatlamış kendini
sınıf yapamaz
sen yaz
yatağın içinde gömülü sessizliğinde bir masumun
Allah kitap küfrünü
..
bak geçiyor bahar
ömrüm kimin düşünde kayboldun

giysi

her patrona inanan işçi gibi yüreğim.
adaletsizlik içinde öfkesiz halk gibi
teslim eden değil,
adaletsizlik içinde öfkesiz hak gibi
dik bir sessizlik dolu

hep inanılmak istedi
inandı,inandı, doğru söyledi
adaletsizlik içinde bir doğru
tanrı gibi

taşır ağrısını
giysisinin

bekleyen

görmediğin bir ateş yakacak
kibir denemez unutkanlığını

yokluk içinde sanma kendini
teslim alamadığın bir can
küçümen bir ateş
görmediğin
elinde papatya olacak

yüzleşme1

yüzleşme

sora sora ayıklanan kuşkuları dolmuş
vicdan yüzüne,
öfkeli bir nazlıcan.
-kaç tür azaltmış kendini, özlemi için.-

ve

ısıtır sanmış açmış vicdana kendini
cevabı tek
çok gerçekli bir yalınayak çiçeği
apansız bir papatya
-kaç tür çoğaltmıştır umudunu, güneşi için-

aynada bugün.

yüzüne bakar papatya:
sessizse
iz tutmuş sorular
yalan cevaplarıdır saldırgan yapan
nazlıcanı

ve bakar yüzüne nazlıcan:
tarih içinde
vicdana sesse, teki
yalandır yalınayaklı yapan
papatyayı

yüzleşmede
saygın bir kaçkınlık
arsız bir çiçek

soğumuş kardeşliğiyle..

bahar ile..





bak biir yüz elif der
yüzer yüzer yalınlık hat bir der
aşk
bak yüzüme hani cesaretin

uzak

doymadıkça saate
kaçırılan zamana ağlayan bir ergen ,
gömüsünün toprağında her bahar
biteceği bilinen bir papatyaya
umut der saatlerce
sevmiyorla biten son yaprağa dek.

ve o yine
soğuk iklimler kadar uzak zamana
öz der,
teslim olur gömdüğü saate.

yaz yağmuru

inancın sonsuz teslimiyetinde
yanar kor, tutku diye
her seferinde.

gergefine işlenmiş
külden dekoltesinde
arzı endam güzellik
bir gonca umut ile yorgunluk.

yaz yağmuru handa
kuşları için .

ay dokunmuş omuz

Ay dokunmuş omzuna bir akşam vakti.
O günden beri bakışlarında,
Bir otobüs penceresinin hızla geçişi.
Metin Altıok


doyarcasına karanfile
gerçek saçtı önümüze
raylarda yüzü
götürdü kuşlarımızı
büyük abim

raylarda yüzü
kaçırdı
doyarcasına karanfile
gerçeklerimizi

saçmak için önüne
hakkın.

ve biz hep kulduk
tek tek hakka giden.

….
çağır beni
beklemen söndürüyor kireci
kirleniyor dünya
yavaş yavaş öldürüyor beklemen

gonca

bahçemde
inanmış cesaret bir gonca

katsam
onun güneşe dönmüş yapraklarını
bir bir öpüp
hayale dönmüş koynuma da
kışlamasa
şavk izli baharımda cesareti,
ısınsak.
ve içsek her akşam
güneşe açılan sevgiye
ve bir de hayallerine
mümkünlerin.

etekleri çiçek kokar

ah etek kokusu
kuraklığı insanlığın.
çiçek çiçek açıp
insan insan yayılır bahçesinden
özlemin

ve özlemken eteğe
insan
çiçek olur bahçesinde
özlemin de
insan olamaz yine.

denizde izleri var kasabanın

denizde
fideye yorulmuş mayısın
toprak bakışlarını taşıyan
izleri var kasabanın .

ha desen çekecek toprağa
kül bir toprak rengi denizi,
mavi bir bebek gibi
kara kuşları


ya da götürecek deniz
mavi bebeğin gözlerini, ummana.

denizde izleri var kasabanın

hecesiz aşklar bahçesi

tekrarlandıkça küçülen istençlerde
kar-ar gelir gidilir..
gidilir, ay gören pencerelerde geceye,
yakın camın kuşu
al yürek serçeye.

iki bağımlı teslimiyet
düşler içinde sevişir
uzaklarla
hecesini kaybetmiş cümlemiz gibi
aşkla

ay heceler zamanı
2 asi seyreder
uzaklığını.

kayıp ay

örülü bulutlardan
denize şavkıyan ay
uzak sensen
ışığın niye oynaşır gözümde

eğme

eğme
kalu bela boynunu şair
ilmek
b ile geçmiş boynuna
elifinin suçu ne.

çocuk neşesi

gökyüzü , toprak ,su ve zaman
her zamanki sonsuzluğunda.
sen de.
tarih gibi değişen isminle.

henüz sabah oldu
çimlerin ıslaklığında
varolan sonsuzlukla güreş yapar gibiyim
çocuğun neşesinde.

dört nala gelir hemen yanımıza
adını tarih sandıklarım.
ve
sandıklarım açılır.
haksızlıklar içinde nefessiz bir el,
gül arar kendine
muhtaciyet içinde.

bitmez kelimelerim
isimlerinle

gerçek peşinde dudaklarım.
adı muhtaciyet.
aşk gibi,
dün gibi.

çocuk kendi neşesinde

müebbet

kıyılmasın gözün
ölüm
cananın şiir bacaklarına sarılı
af yasasında
sınıf atlıyor

artık şiire müebbet
dilin.

eflatun1

saklanmış öfkenin önüne
yoktan dünya cesurluğu
sessiz,işitmesiz
alkış görüntüleri kazılı beyni
ile
itaatkar bir statü

bey tanımayan
bir küfür iyilik..

aşk kabuslu
kadın,erkek

dilleri sağır
kenarları beyaz
d-üzgün yürüyüş bir eflatun,

acır ladesim

acır ladesim
göze alışların sönerde bir gün
titreyen mumun alevine muhtaç kalırsan
kötü yapar bu seni.

1,0

sığınmayacak
üstesine

kurgulanmış kuğular
hor nakkaşeler
içinde farkındalık dev cüsseler
aşksız sevişmelerde pınar

sığınmayacak
yükseklerden çağıran sesin
bir dediğine


cüret, şirk
ölmeden yaşama sığmamış eksik;

parçalanmış harfi elifin..

sığmamış kalemine
noktadan elif..

alın yazısı

okuyamıyorum dağılıyor mürekkebi
alnıma çöreklenmiş şiirin

-hak aranan bir yol üstünde
incecik kıvrımdan bir kelime
düşmüş cemrede
babası gibi
kız çocuğuna.

çocuk,
süs istemiş gelinlik başına.
herkes bilir,
kimse yapamaz bu süsü
babası gibi
kız çocuğuna.-

okuyamıyorum
dağılıyor mürekkep
alnıma çöreklenmiş şiir
gözleri kızın..

sahte gülüş pazarı

sahte gülüş pazarı.
pazarda,
inanamayanlara
açlık gıcıklayan iplikçiler;

sayesinde kendilerine gelebilecekleri
sakınılan aşk
kutsanan öz
düşlerde şehvet
iplikleri satar


yokluk içinde ateş başında tazelenen sarhoşluklara

almayın.
tutku satılmaz.

omurga

eğilmeden
yaşındayken hayatın
örtüp üstüne uykuyu ,
gecenin öz çiçeklerini yapar
iplik iplik köklü
karanlığına
dik duran ağaç.
dalında,
hak kokulu çiçekler
bir kış kuşu
bir uykusuz omur
seslenir insana,

düşsün
gece
sabahın sahteliği yüzüne
ve sarın yaşını sen de
özüne
eğilmesin dünyan,
yaş yaş biriken iskeletinde elif.

arzu

vazgeçip ateşten
özlemler örüp aramıza
büyüyen iyi.
tutuşur sanma özlemle
ateş

kötü
ancak gerçekleşince arzu
yanacak ..

kırgın

kırgın ve isteksiz bir hayale dönmüş yüzüm
görsen acırsın.
o yüzden kızgın bir ayrılış eker,
gider, gider ikinci yüzüm

sen yine kıpırdamazsın.

ve kalırız baş başa
gidişim, acı yüzüm
bulaşıcı hareketsizliğin.

hava soğuk.

masum köylüleşme

çarpık bir köylüleşme içinde
sadeleşmiş cümlelerle
dağlıca,güllüce bir şair
bir şair daha.

masum yüzleri eğik
vurur,
güle güle dağa dağa
ve dağınık dağınık.

sadeleşmiş
dağgülü
buz gibi kırmızı
suları.

yalnızlık2

cinayete gebedir her yalnızlık
bazen kendine bazen herkese yükselir nefes
ve kesilir
sessizce sürer karanlık
hükmünü odalara

odalarda
planlar planlar kuşlar göçmeyi
ve
beyaz giyinmiş sessizlikleriyle
insanlığın yüzünden kaçışmaya çalışan hayallere çağrışık
sıcacık nefesi üfleyip karanlığa
çıkar odalarından
kanat kanat yükselerek göçe,
hayaletler .

hakikat hakikat, sokağa.
her kuş, bir hakikat bir ölüm.

kesilir nefes
kalır odalarda
yalnızlık,
çıplak ölüm
istifalar ve
istifadeci şairler.

12 Haziran 2010 Cumartesi

yasemin

ağustos sindirmişken
çok güldük,başımıza bir iş gelecek korkusunu
ve üşümüşlüğünü senelerimizin;

temiz bir masa örtüsü, iki kadeh ve korkusuzca ışığa bakan
2 çift göz;
bir akşam,
gregor samsa nın bundan sonra böcek olamayacağını
anladığında
ve güç, insan olmaktır diye haykırdığında
aşk...

inceden bir rüzgar alır gelir kokusunu
yaseminin...

ve mevsimin dönmesi;

kıyamayanın kaybolması ile
mağrur Akhilleus un topuğundan vurulma korkusunu
getirdiğinde, insanlar alemine

okullarda okutulanın aksine:
ağustosta esen inceden bir rüzgarı,
ve yasemin kokusunun bitmez tükenmez
yüzü suyu hürmetini,
yazmaya başlar tarih...

çünkü aşk,
kendisinde kaybolanındır...

kayık

sonsuzluğa söylediler
anın tarih olduğu
türkülerini.
kayığın üstünde,
ayılmayı reddeden ayyaşlar.
ve korkusuzca yaktılar son cigaralarını,
geceye söylediler:
kimsesiz bir direnç olmuş,
geceyi ayıltmayan ,
sabahı kıyı eden
özlemlerini,
usul usul.

ve
reddiye,kabul ve övgü
bir olmuş.
gece içinde bir ev,
ve "yok" bir yaşam.
:dibe ulaşamayan nice taş gibi.

türkülerini söylediler,
balıklar oynaşırken denizde:

"bir taş ki dibi seçmiş kendine yol diye
sever elbet karanlıkta ki balıkları, sende öylesin diye..."

"binalar terk etmiş bizi ne gam,
varsın uyanmasın yokluğunda varolmayan..."

sonsuzluğa söylediler türkülerini,
zaman içinde
kayığın üstünde ayyaşlar
...

yaz

soğumayan, biriken kelimeler;
soğuk bir elin, soğuk bir sonbaharda açtığı kapaktan
fışkırdığında,
-ki hepinizde düdüklü tencere fobisi vardır-
her soğumayan kelime,
-kendi kıymetini hiçe sayarak-
savurgan bir perva,
asi bir gurur,
ve sınıfın tüm bastırılmışlığıyla
salınır sayfaya.
kara kızıl…

mevsim kışa döndüğünde..



ve mevsim yaza döndüğünde;

kışın da soğutamadığı vakitsiz kaldığı nice kelime;
nasıl yaşanacağı bilinmeyen bir mevsimde, karanlık doğurur içe.

yıkımın beslediği kış,
yapımın beslemeyemediği yaza döndüğünde.
.
bil ki kapanmıştır kapak .
şimdi kelimesiz yaz.
ve yaşa.
kolaysa.

özne

bilinir, öznesi olduğunu yıkabilir insan,
ya da yıkılabilir bir özne tarafından.

ve tarih bu yıkımı yazar elbet. ekim’i.

ve tarih bugün göreve çağırmışsa seni;
bil ki bu, mayıs içindir.

çünkü bilinir. tarih,
yıkıldığında toparlanamayanı,
ku(ü)l etmiştir.

bak ve gör öz ne !
insan kul olmasın diye.

varsıllık yoksulluk

tek başına
sonsuz bir özgüven ve irade ile
yok’ladığı ceplerinde birikenlerle, yazar şiirini:
bazen başarı ,bazen de başarısızlık üstüne,
bazen’le başlayan nice derin
yokluk kelimelerini.
.
ki yoksundur.
,
kazımakla mükellef nice anlam,
1 hafta
tatile gidene kadar.

sonra:
2 dost kaldırır kollarını yerden.
.
varsındır.

ve varlığın,
-ki yokladığın ceplerinde bulamadıklarındır-
umutlu iki dostun
varlığı kadardır.

sonsuz bir güven ve irade gibi…

azmak

akar sazlıklar içinden
az önce doğmuş olmasının verdiği hırsla,
koşar denize.
içi görülür şeffaflığından,
ve hiç şüphe yok güzelliğine…

ah, seyretsen dalsan gitsen akışına.
akarsın,
en saf, en haklının
nelerse ki metabolizmaya etkileri
öyle delice
öyle özlemine kavuşurcasına.
başın döner.

ve yan masada dayanamamış içine atlamış insanların,
çivi gibi benzetmeleri kulağında.

ve güç
akıntıya karşı durabilmek ile
akıntıda kaybolmak ikileminde

doğa

ey gözle görünür,elle hissedilir mevsim.
bikini için zayıflayan,
kumkuma boşalmaları için hazırlanan
kor bedenlerin,
orgazm sularıyla bütünleşmesi mevsimi.

uzaksın zamana;
mayıs yağmurlarıyla durmuş
ve doğanın tek gerçek varoluş olduğu güne; yağmurda ıslanan,
ve karanlık sabahların uyanmak bilmez bedenlerine.

dolu dolu ve kotarılan bir kışın,
aydınlıkta sürdürülemez gerçeğine vakıf;
erken güneşin zamanlı yağmurlarıyla
kara sabahlara dönmüş ürküntüsü ile
kaybolana.

...
geçer yağmurlar
ve güneş ısıtır, tam kitapta ki gibi
ve asfalt da erir,
denize de girilir.
zira doğa tek gerçek varoluştur. bugün.

göremediğin karanlık

göremediğin karanlıkta yüzüm.
dün mağrur bir kedinin
merhamet eyleyen sanısı,
yetmeyen ışığı sevip
yarattığında aşkı;
merhamete sığınan bir erkeğin, yüzü gibi.

göremediğin karanlıkta yüzüm.
bulunmayı reddeden acının
tamamlanmayan aydınlığına bakamayacak, mağrur çekik gözlerin, güzelliğine salındıkça.

ve
salıncakta bebek,
düşmesin korkulu aşığına,
güneşi fısıldamadıkça…

durmadan bilinmez: mavi

yürümeden,
maviyi kana karıştırmadan az evvel
gitmeler fistanını giymiş de üstüne;
temizlensin kan diye durmuş, bir ağacın gölgesinde.

peygamberlikten cayan;
morarmış gözleri,
sıçrayan seslerin derin imgeleri,
ve iç içe geçmiş nicesi ile
gelmiş de durmuş;
nasıl enerjik, nasıl da cesur
sakinliği istemekte
kardeşim deniz,
bir ağacın gölgesinde.

yükselen gölge:
yaşanmamışı sezen ,
ateşten kor yaratan kabullenişlerin;
değecek göz arandığı ve dahi duramadığı,
özlemsiz bitişlerin sarısı ile
özlemin kırmızısına övgü ve suskusunun içiçeliğinde
esen rüzgarlardan hemen sonra,

maviden ez evvel,
yorgun ,
oturmuş da bir ağacın gölgesinde;

yükselen gölge,
lacivert durgun denizde,
bir balık etmiş,

sadece dinlenmek ve serinlemek isteyeni.

için için

ay görünürken
karanlıkta kaldı tenin

sabah
mutlu tebessümlerin
korkulu umut oyunları ,
öğlen
güzel akşam,
akşam
varlık için

doymaz için,
karanlıkta görünen ay için.

rağmen

en’lik yarışına girmiş
sidik kokulu suratları ile
günümüz uma thurmanı ve lou salomu
kılıklı ,
nice yokluk.

bir güzel tanırım.
tek bildiği, sevginin emek olduğu.
rağmen hücresinde, en’lik aranan ;
varolma kavgalarının yaşandığı bu şehirde.
tüm rağmenleri kabullenmiş,
oturur köşesinde,

her şeyi yaşadımlarınıza
bir şeyi yaşadım cevabıyla.

varolmak için.

benim dengemi bozmayınız…

judia

Judia,
giderken küfür gözleri,
kaybolduğu hayranlığının artığına.


Kara balığı gözlerinin,
bulunmaz sandığının içinde taşıdığı
hırçın inci tanesinin, tüm tepinmelerine karşın;
inatçı bir şefkatle yaklaşana karşı duramayan
ve endama hayran oluverirken
ıslanan gözleri ile,
dünün fark edilmişi judia.

Büyüdü judia.
ne çok farkındalıklar geliştirdi ve bağımlılıklar.
kayıp zamanların güvenli yolculuğunda,
çöl seraplarında.

Büyüdü judia,
ve
güzel, çöl güneşi teniyle
gölgeleri aydınlatmak istedi bedeni.

Serapın kurumaya başladığı günlerdi...

Göstermek istedi büyümüşlüğünü,
karardı gözü.
ve su azaldıkça hırçınlaştı içindeki inci
bakmadı suyu tükenen artığına
yürüdü küfür gözleri ,
gitti judia.

Cahiliyedir demedi, cahillik anlatmak istedi sözleri,
tapılsın istedi bedeni.

Seraba küfür, kara balığı, meydan okuyan gözleriyle;

su dedi.
önce
ailesine, dostlarına, eski sınıfına.
sus ölmeyeceksin, dediler.

okuyucuya, "sus’tu öldü" diye tamamlatmadı şiiri,
devam etti judia.

Seraplar görmeye başladı .
varolduğu gölgelerin içinde dans eden.

Kendi gibi sandı, çölde yanmış ten sandı,
su dedi.
çeşme olup,
al iç bu suyu doyacaksın ,dediler.
okuyucuya, "içti yine öldü" diye tamamlatmadı şiiri
devam etti judia.

Yolda sahte dervişleri gördü:
Bakracında ki suyu gösterip köleleştirenleri,
cahiliyeci olmuş gezginleri gördü,
haramileri de.
bazen de samimileri .
aç bitap, su dedi onlara,

Bu kez de, sandığında ki inciye yenildi.
serapa küfür, kara balığı, meydan okuyan gözleriyle...

Az gitti, us gitti.
gölgesi gerçek ,
teni deli,
laf dinlemez incisi,
gitti judia.
küfür gözleriyle.

gece

büsbütün bir gece ki:
karanlık korkular yatağı,
kabullenmeler ve sürdürülebilirlikler annesi…

odaya kapanan çocukluğun,
erdirmemesi gereken akılları
yoksaymasıyla başlayan,
ve yarına yuvarlanan misketi gibi.

durdurulamayan
ve uyunan uyunan uyunan
bir gece. kopkoyu.

ve aynı gece ki,
başka bir evde
sevgisini değil, korkusunu bastırabilmiş bir babanın,
halaylar meraklısı kızı,
sezdirmeden
-şafakta evde olmak kaydıyla-
arka kapıdan geceye kavuştuğunda:

itaat ilişkisini
yeniden yazar. doğa.

ve denilir:
gece ki,
şafağında sevgi varsa ancak,
kucaklaşabilir yarınla.

çünkü isyan son raddelerin küfrüyse;
ve sadece yıkmak, yazmaksa tarihi yeniden;
korkunun geçici itaati ve kazanmalar
ancak kabusudur, korkulu bir babanın
sabah görmeyen gecesinin.

eflatun

bir eşşek, bir heybe;
kafa önde düşünür gider,
tüm dervişliğiyle:
hırsının.

söyler türkü:
"tutku ki paylaşılmaz,
düşürür yollara.
çeker içine arayanı".


ey derviş,
kaldır kafanı.

aç çemberini gökyüzüne.
bir ölü yıldızsa yüzünü gülümseten,
gör kardeşini.
dinle bak ne çok ışıksız derviş seslenir,
gökten yeryüzüne.

gel derviş,
soluklan önce.

vazgeçme ne yıldızından,
ne yolundan.
mevlütler okut ,
diz çöküp dua edene tanık ol,
serüvencilerin hikayelerini dinle.

gel derviş,
soluklan önce.

kaldır kafanı , (u)yutucu hırsından.

dinle gökyüzünün yakarışını.
ne çok define avcısı gördü dünya, ne çok yıldızın kayışını, ne çok çocuk gördü,
çaresizce dilek tutan.

biliriz, kıymetlidir gömün,
biliriz, paylaşılmaz tutkun.
vazgeçme ne yıldızından,
ne yolundan.
bil, severiz biz de, seni serüvenci kılanı.

gel derviş ,
soluklan önce.

mümkünü gör,
kaldır kafanı:
bak çiçekler açmış, insan mayısında deyip;
gömüsününün zenginliğini orda bırakanın,
zikrinden doğan
eflatunu.

gör ki,
çocuklar, çaresizliğin,
yokoluş olmadığını öğrensinler.

deneyebilsinler,
parlayan bir yıldız olmayı…

insaf

korku derler derin deniz:

boğulmamacasına tutulmuş nefesler;
insaf deresinde çalışır,
boğulmamak için,
denizde.

ve karada:

bir at, bir insanın üstünde tepinir de;
bakar durur,
insafını arayan,
denizde

insaf

korku derler derin deniz:

boğulmamacasına tutulmuş nefesler;
insaf deresinde çalışır,
boğulmamak için,
denizde.

ve karada:

bir at, bir insanın üstünde tepinir de;
bakar durur,
insafını arayan,
denizde

açık deniz

frekans frekans uzaklaşılmış kıyının
görülebilen seslerinin,
gidiş ve dönüşlerin
hükümsüzlüğünün,

yerini,
elele tutuşmalara mecbur bıraktığı,
korkusuzluk nöbetlerinde:

açık denizler karanlığı,
uzatır el-
açık denizler fatihi-ne.

sevişmek, bahane.

zor

çiçekli güvenlik kordonu olur mu bir yol
kelime etkisi diye bir şey var hayatta,
yoksayılan.

yoksayılanın,
farkındalığında
ateş yakmış, ona tapar, Zerdüştler,
sarar dünyayı.

toprak temassızlığın
yerin dibine takılı kalmayan gözleri
ve
rüzgarlar kızı tıynetiyle
başkaldırmış
bir varoluşta her biri.
şenlikte.

alkış kıyamet danslar,
kalabalığa övgü dizeleri,
yeni kardeşler, yeni sevgililer… hepsi burada.

gidenden sonra ,
kaldırılmış başın sahibi olarak anılmak
ve kül sevicilikte vaftiflenmiş olmak
yenidoğanlığında,
yazarlar kalabalığı. ZeN gibi…

zor:
şiirler konusu
bir yokoluş.

biliyorlar bunu.
şenlikteler.

ateşe tapar Zerdüşt ,
anlatıyor: artık olmadıklarını,
kelime etkisini,
çiçekli güvenlik kordonunu

nazlı ay

nazlı ay

büyümüş ateşten top, dünya…
alaz ve maraz renkleri üstünde…

çocukluğa palyaço kıyafeti giydirmiş,
göl kenarı gezgini bir beyin,
büzüşmüş ayakcıklarla
yürür, toprak olmuş dünde.

gün gibi açık:
yokluk.
ve gece de.

ve böyle bir gecede
nazlı ay,
küser, yokluğuna.

kıskançlık değil bu .

prenseslik.

ve prensesin;
anlama uzak, bir göl kenarı seçimi…

küser nazlı ay,
yokluğuna.


halbuki gün gibi açık:

dolunay göremeyen
bir beyin
yokluğu x varlığı.

büyümüş ateşten top, dünya…
ayışığı, yokluğunda…

umut,git

umut.
bir kelime, yaşam.

git ,
güvene bezene kurulan nice hayali
peşinsıra götürebilecek kadar güçsüz bırak
umudu.

öğrenir mi sanırsın iflah olmaz olan,
güvene bezene
yeniden denememeyi.

git haydi,
gözlerini bırakmamacasına,
kalanda.

öğrenirsin belki,
iflah olmamacasına, mağlubiyet sevdasını,
gidemeyeni.

esinti

esinti,
kavurmaz değdiğini
bir ferah surat, bir nefes almış ciğer
doğurur sıcaktan bunalmışa.
genelde bir koku taşır heybesinde,
taşıdığını ölümsüz kılacak olan.

herkes korkar fırtınadan, -oysa ki özlemi olan…-
o yüzden meydandadır suratları, korkusuzluk nişanesi diye…

ve sever herkes, esintiyi,
tebessümü, koklamayı.

kalır içerde bir yerde
esintinin fırtına olma hevesi ile,
korkular ve özlemler

çiçek bulut

çiçek çiçek bulutlar geçer başının üstünden.
takılır kalır geleceği,
çiçekler içinde, bir bahçe düşüne…

herhepsinin değirmen suratlarına,
öğütülecek buğday zihinlerine;
mutlu kurtarıcı renkleriyle
çiçek tozu yağdıran
bulutlu havalarda,

gerçeğin peşine;
bir kayıp,
bir zedeli yüz ile
takılır kalır;
hayal et…

et gevşemesi derler ihtiyarlıktır.
bencilleşir dünya,
dağılıp gitmesin diye kalan sıkılık.
ve barınakta
büyük geçmiş ve gelecekler konuşulur
dünün teminatı güvenli kazançlar üstünden
kurulur;
yeni, çiçekli bahçe,
bulutlu havalarda.

bahçivana öykünülür;
öykü öykü fikirler derlenir,
her biri bir başka, her biri bir çiçek
kardeşlik temalı, aydınlık gecelerce.

ve buluttan pantolonu
efil efil eserken yükselir
yersiz
bir hayalet.

hayal et
varsın. çiçekler kadar.
ve çirkinlerin yokluğu kadar.

söyle beyazlaştı mı dünya,
bir cigara içimiyle,
bir yoksayışla.


o zaman korkma beyazdan,
farkındalık günlerinde…

susku

aldatmayan bir erkekte
kalmış, gerçek bir koku;
sorulamayacak sorularla,
verilemeyecek cevapların
suskusunda .

koku,
-genze kaçan bir göz rengi,
yutkunurken hırsa değen.-

yoksaymanın bencil körlüğü,
kazanmanın erotik çekimi,
çekinilmeyen kelimeler ve
saklanamayan cesaret akımında
kalmış
bir suskuda.

ve yaşar bir meclis.
kelebeğin ölümü değil,
tırtılın gücü oturumunda…
harcanan bir canın, arka camında.
suskuda…

yer çekimsiz

çünkü sen kaçıyorsun gözlerine bakmaktan.
dik dik .
asil bir köpeğin diz kırmış bel kıvırmamış
küfürlü suratı ile duramayıp, kaçıyorsun.
karşındakinin orda öyle durduğunu görmemek için.

dökme yüzlü küçük kız.
kaldırsa kafasını,
-eskisi gibi, kendi gibi-
görse dökmeci olduğunu.
kardeşlik dahil bir kayboluşta,
kaybolmayacağına bir inansa…

bir yeni yetme,
bir şehirde,
sevişmekten, korkmaz.

toprakla temas:

denizi çok sevip de,
denizde yüzmekten korkanlar vardır ya hani.
sizler,

böyle bir memuriyette,
böyle bir kaybolmamaya, inanmıyorsunuz?

ayağı, kardeşlerinin bombalarla öldürüldüğü bir toprakta
olan
bir deliliğe,
inanmıyorsunuz.

ve değmiyor ayağınız, ne yere ne denize,
boşlukta yok oluyorsunuz.
,
tokadı ile
toprakla tanışan,
ayağı yerde bir öğrenilmiş sevginin,
zihinsel kardeşliğinde;
korkulmaz.

asil bir köpeğin diz kırmış bel kıvırmamış küfürlü suratı ile,
korkulmaz,
yaşamaktan.

ve her hikaye kendini yazar,

ve çünkü, böyle daha anlamlı
elsanın gözleri

yeraltı

“sormasam içim rahat etmeyecek
naifliğini bilip de
“söylemesem içim rahat etmeyecek”
eyleyen dil,

gecekondu diye aşağılananın
yerinaltı olduğunu,
ve kelime için kendisinin ne kadar uzakta olduğunu,
anlatır, bize.

ve biz yaşarız:
ıslık denileni,
bilerek,
üsttenin çocuklarının,
ıslıklarına gülerek.

çünkü,
yerinaltı sevgi dolu.

kuyu

durdu dibinde, kuyunun. baktı uçurum gözlerine. aynı baktığı gibi tebessümü, kuyunun.
şaşırmamış bir telaşla sustu. bakmadı tekrar kuyuya. telaşının yakalandığını bildi, bakmadı tekrar kuyuya.

oturdu oracığa.
uçurum gözler demesini, dün aldığı teklif gibi ilahi bir sese yordu. çocukluğunun daha önce bakmadığı karanlıklarından 3-5 cümle döküldü ağzından,barışçıl. barışçıl sesi, ilahiyle yoğrulmuş dinginliğe benzetti yorgun bedeni.
bildi haberciyi.
-şimdi değil sevimli kuş. önce uçmam gerek. gözlerim kuyunda kalsın.

vefa-t

giderken sen,
haklılık ve suskunluğumu hediye ettim sana.
annemin bana yapamadığını.

öyle özlemiş, öyle istemişim özgürlüğü.


ve sonraları
nasıl olacak derken geliveren Romeo

gelirken sen,
annemin lavanta kokusunu sundun bana
ve gidenin yenilmişliğini.

gelememem sana.
hazmedemem
gidenin, yenilişi kokusunu.

serçe1

uyandığında gör,

balkona konmuş bir küçücük yürek, serçecik
arkasında dut ağacı
arkası deniz

öğrenmiş uçmayı gedikli annesinden,
gediği bizim balkon.

uçar gider bir küçücük serçecik
arkası dut ağacı
arkası deniz…

ilham

ah
gidenin vahşiliğine meydan hayat,
cezbedici dişi, sabır sınayan beden ,
arka sıraların ilgi açı mafyatik delikanlısı,
bir çocuğun ,göz içine bakarak yaptığı şımarıklık…

okuyorum işte,
kalemimden dökülen, ilham gözlerinizi…

varsın,
siz, haklılık kavgasında yitirilmiş bir ömür deyin bana.
kazandı diyemezsiniz ama,
şimdi aşağılayan gözlerime…

okuyorum işte meydan.

ve peşindeyim hala ;

kan dolu sokakta,
insafınızın.
ve muhtaciyetinizin…

beyaz çarşaf

sinirden titreyen dudağın,
kendisini toplumsal kurtuluşun tek organı ilan etmesi ile
çaresizliğine ulaşması arasında bir zamanda;

güzel günlere,
sevgiye,
insana,
gülen çocuklara,
oboma’ya…
inanç ,muhtaciyetinin aceleciliğinde
dengede duramayanın s’alınım,
eşlik eder
sarhoşluğa…

ve sarhoşun kocası ayıklığın
dudağı gibi titrer,
gerçekleşmeyen rüyalar.

telde salınan beyaz çarşafın
kim tarafından, niye asıldığı bilinmezken

sessizce

çıkmaz hiç sesi,
cansiperane olanın.

mahsun ve müstehzi tebessümler eşliğinde,
uzamış tatillerin dönüşünü gözleyen pencere camı gibi,
geçirgendir içi.

ku(r)şun hedefi
yürekte,
ku(r)şunun kabul etmesini bekler bedenini.
kendi,
kabullenebilmiş gibi…

çıkmaz hiç sesi;
söylediği bozmasın diye,
nefesini.

iradesizlik

reddiyeye kur(g)ulu yaşam,
red köprüsünü geçemez de,
aklıklar içinde yüzü,
yara bere içindeyken, küfür eder!,

reddiyeye

bir başka yerde, bir kabuk yaşam,
aklında dizinin geçmiş yarası,
tökezleyen tırtıla ağlamakla meşgul,
koşamaz !,
akranlarıyla maça.

kararlar içinde bir kara sevmiş,
deniz türkülü bir başka yaşam,
yüzemez ,
karaya kök salmış yüzgeci.

oysa,
inat ister yaşam,
ve irade de.
vergi niyetine…

ve aklımda ise bir giden var,
gözü yukarda.
vergi vermemeyi, özgürlük saymakta.
inat ve iradesiyle…

ve ben hiç gidemem
gördükçe
kalanı da, gideni de.

çivi göleti

çivi göletinin ılık sularında bekler:
yüzmeyerek durdurduğu suyun,
şırıl şırıl akan soğuk sularında, balıkların oynaşmasını.

çürüyen yosunlar gibi…

denediği her kulacın,
her hangi bir yosunun gerçekçilik sarılmasıyla, nefessiz bıraktığı çocukluk isteklerinin,
kabullenemeyişi olması,
yenilmesi,

beklettikçe bekletir:
suyun altında kurtarıcı göz arayanı.

çürüyen yosunlar gibi…
bekler de bekler.

uykusuza dönüşmüş, uykucu gibi…

kadr kıymet

el ele verdik çocuklar;
bir başkanın mümkünlüğünde, sevgiye inandık da,
imeceden tuğlalar çektik, çiçek çitli binamıza.
bulutlardan şiir çektik ;
kadre kıymet yüklenmiş,
deniz kenarı bir toprağın yüzünde;
zıtlığımızın birlikteliğine gönderme,
derin kuyular içine.

çekildik, deniz kenarında, bir erin yüzüne.
kan firarisinin, dökme dökme gözleriyle
tuğladan binalar dikdik, güvenlik kendimizce,
güvendik sadeceliğimize.
çiçek çitli binamızın, derin kuyularının nazik çekinikliğiyle,
kardeşçe.

şiirler çektik,
patlayan korkuların, buhar olmuş
bulutlarından,
dökme gözlerimizle…

ve, şimdi korkar yine sözlerimiz.

yakalanırsa diye gözlerimiz,
komutan bakışlı bir gidene.

ve umut taşımaya başlar erimiz, dünde kalan gözlerinde
okunabilen özlemiyle.

üzülürüz.

ve bilemeyiz,
karasal iklimin sert rüzgarıyla,
dönebilir mi birliğine, yenidenliğine,
bulutsuz çiftçiliğine…

veya ,
nasıl boyun eğmeyecek tanrıların kan isteğine,
kadr gecesinde, kıymetlisine.

oysa
kadrine kıymet yükleyip de düşmüştü zaten yoluna .
kıymet,
bilememişti de kendisini taşıyanı,
taşıyanın,
taşınmaz bulutlara çıkmıştı gözleri.

ey aynı tanrı!
hala neden yok tahammülün,
sensizlikte dahi varolmaya çalışan,
er-il bir ada-m- gözlerine…

üzülürüz
kıymetinde yenilenin,
kıymeti şahsileştirmesine…
kardeşliğe.
yenilenin, mümkünlüğe inancımız olmasına…
çiçek çitli çekinikliğe.

beyaz kül

öldüremediğiyle yaşayamadığını bilirdim zamanın.
kemirgenlerin ,
beyaz sayfalar üstünde
yazılabilecekleri yok etmek için,
tarihi kullandıklarını…

vazgeçilemeyene teslimiyeti
-yaşanmamışçasına öremeyerek, hiçleşeni-
kabullenemeden,
tanrısallaşmasına ,tahammülsüzlük yarattıran
çirkin varoluşların

yok olanın, sebebini unutturmadığı,
çirkinken, beyaza yazmayan kalemin
isyanıyla zorlanan vicdanındaki
tek engel
beyaz kül için.

anlamamak için, insafı…

fersiz

halden düşmüş bir kuş
kanat çırpmaya çalışırken
gündüzleyin,

bir gece,
sarhoşluğuna sığındığının sokağında,
fersiz kollarını açmış,
beklemekte;

yeni sarhoşluğunu,

kadının...

emek'lemek

emek'lemen gerek bebek

kelime kelime çarpan gerçekliğin
ürkütücü suskunluğu gibidir:

yaşlıların yağmur duası için
evliyanın sabrına yüz sürüp,
ulviyetten yaşam dilendikleri
çaresizlikleri .

ve koşmak ister herkes.
delice yağan yağmurun,
sıfatına imrenerek,
varım ve koşuyorum, bak her rahmet
sevinciyle

oysa emek’lemen gerek bebek.
emek emek biriktirmen.
lodos öncesi susan, ege gibi.
koşmak için.

mehmet

bir mehmet,

bitmemiş vazgeçişleri,
soğutmuş,
ağrılarını bile…

aranır,

bir döşek,
biraz sıcak üfleme .
ve her sabaha kalan,
yoksunluğun ,
sonucunda,
sebebi

seni…

soğur,
ağrıları, bile.
bilmez vazgeçememiş olduğunu ,bile…

sabah

sabah, kararınken,
ışık sızdırmayan bekleyişin son yudumları,

aklımla öptüğüm
kara benekli göğsünün
gece olacağını müjledeyen
duymayışlarını,

ışık yapıp da sızdırdığında
geceye,

korkarım.

korkarım ki, unutkan doğuran sabah aydınlığı,
aldatır diye, beni.

ve
bırakalım,
kararsın ,derim sabah.
ve teslimiyet kaplasın,
bedeni…

senden korkmamak ,için…

mütebessim

içi geçmiş, vahı kalmış giderken sen;
kalana,
bir yansımanın sessizliğine, hesap sorar;
köylü ağacıklar.
bastırma kokar ağızları.

ve
baskınlarda uyanmış,
ayaz gecelerle barışık mütebessim çocukların
götürülüşü anlatılır
gittiğin şehirde.
bir bakkal tarafından, bir hemşehriye…
duyarsın,
kalanın sızısını.

dersin, zaten hep yenilendir kabullenmenin sakinleri,
fark etmez köyde ya da şehirde görünmeleri.
zaten güneş çoktaan tanrısı olmuştur, tüm gölgelerin.
ve zaten o yüzden birdir güneş.


biliriz,
korkmaz,
güneşi arayan.
oyy gölgeler içinde bir çocuk.
gece yarısı kendine açılan düğmelerinden içine uzanan karanlıkta,
mahcup erotizmiyle, ve ikiyüzünü gösteremeyen
tek yüzlü,
che baskılı tşörtüyle,
basamaz gaza.

oysa bilirdik hani, cesur olurdu tanrısız olan.

oyy gölgeler içinde bir çocuk,
güneşini arayan.
bir sessiz kabuleniş.

ağacıklar tepinir gölgesinde.

sense,
gidensin .
ellerin kolların bağlanmış,
mütebessim.

sus'un

büyüdükçe denir kirlenmeye,
oysa ışığı yok zamanın.
anlatmayın, suskunluğu beyazla.
ve payını verin çocuğun
sussun payını aldıkça.
unuttukça.
ve aksın yaşam habersizce
çocuktan bize,
bizden geleceğe.
susun, kirletmeyin zamanı
su dilenen çocuğu görmedikçe

yalnızlık

boşuna anlaşılmak dilenmen

ateşli ve meydan okuyan gözlerin
başarı dediklerini şapka olarak başlarına örebilecek türden de olsa,
ya da
sönmüş ateşin başında oturmuş
bir sığınmış da olsan
fark etmez,

boşuna anlaşılmak dilenmen.

ey yalnız,
bil!
nefes aldıkça sen
ve varlığın mümkünlüğe dayadıkça isdinadını,
korku kokacaksın ev sahiplerine,

hatırlayacaklar gömdüklerini.
kim dayanır dün hiç edenin
bugün 1 edebilme ihtimaline.
dayanamayacalar varlık kelimene
yalnızlık düşmanı onların,
ve 1 in ihtimali bile...

göze alamayacaklar
gözünü.
ve yaşadıkça sen
derinleşecek düşmanlıkları,
yalnızlığın.

anlaşılmak dilenme kimseden.
yalnızlık, düşmanıdır onların.
bırak ,kaçsınlar,
yalana.

kara süt

ölüler ağıtla beslenir
bilirsin bunu,
ah gözün nasılda ardında giderken…
ve bilirim ben de
ağıtlar büyütsün istersin yokluğunu
ve besili serçeler getirsin
çok da güzel yaşadığının haberini.

ve sen ancak bu şekilde kesilmezsin sütten.

ve bilirsin de;
kesilen ağıtlar,
unutulan mevlütlerdir,
öldürecek olan insanı,
yavaş yavaş
kara süt demişler, sızacaktır mezarının kenarından
kahır kardeşim kabirde dosttur deyip,
sızacaktır kahır kahır,
sen sütten kesilinceye…

ah sen ,
gitmişken güzel sevgilim
ve ben şimdi döşerken güvercinleşmiş serçelerimi güzel yoluna;
yaz, yazabildiğince,

bil tükeniyor kara sütüm.

ölme sevgilim,
devam et rüyalarımı süslemeye,
inatla,
yaşam için.

ancak hayattır, güzel sevgilim
kaç vakit sürdürülebilir ağıtlı yaşam;
serçelerim kaç vakit şaşmaz yolunu,
görmez kur kur kurum güvercinlerin taklalarını.
bunu da bil sevgilim:
çağ unutma mecburiyeti çağıdır,
öldürür inatları
ve unutturur kabrini ,
babanın bile…

ölme sevgilim,
bil ama,
tükeniyor kara sütüm.

at kendini denize

çakmak çakmak gözleri,
dinlenip su içmek niyeti
bir derenin kıyısında
bir ceylanın.
belli geçirmiş ahuzar mevsimini

az ötede kaynar yerin dibi
dip yenilir, patlar toprak.
doğar ,
gürül gürül korkusuz bir dere.
koşar ha koşar ,
yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır,
iş ki patlamış olsun toprak,
iş ki akabilsin denize irin.
koşar ha koşar korkusuz denize

günahkarlar yunsun ve anlasın diye, ahuzarın, ceylan kökenli olduğunu.
aşkı

işte orda
o derenin kenarında bir ceylan,
içer suyunu.
atar mı dersiniz kendini ,
denize…

hadi uç

bir koca dağa yaslayıp da sırtımızı
içerken cigaramızı,
dışarda olmayı söyleşirdik seninle

dönüşsüzce çıkmamıştık belki
ama dönmemek için irade doldurmuştuk cigaramıza.

bir asil sarhoşluk bestelemişti bizden olan
ve sen hep onu söylerdin
konu ufka geldiğinde
dün
bacakların alçılı, pencereden bakarken dağlara
söylediğin gibi özlemle değil,
baş dönmesiyle:

“korkma uç
hadi uç

oyy geride kaldı
o çember
sen hala niye korkuyorsun
korkusuzluğunu dünyaya haykırmak için çıktığın dağda,
kanatlarının kırılmasından.
korkma uç
hadi uç

bitmesin cigaran
sırrın söze geldiğinde
hazır olsun yüreğin,
açılsın kanatların enginlere
diye.
korkma uç

oyy düşersen
bil ki iradesizliğinden

korkma uç,
hadi uç “

koza

uzamış sakalıyla
dinç bir potansiyeli sürdüremeyen
devamsız bir öğrencinin,

bağımlılıklarından ördüğü koza,

itilmiş bir boşluğa;

içinde gerçekten bir umut varsa
kelebek olup uçacaktır, diye fezaya.

bozkıra bırakılmış bir kabuğun,
böyle olurmuş kırılması.

ve kesik ayağımızla
tango rüyalarımız da bu yüzden.
ve senin yüzünden her şey:
kadın kokusu

asi-l

-o
eğilmezken beylere,
beysiz bir varoluşun
kaybeden safında yer almak olduğunu bilirdi elbette

tek bilmediği
mümkünün gerçekleştirilebilme ihtimaliydi.

-suskun bakışlar atmayın birbirinize
neden onda ikinizin gözleri de?
bakmayın kocaman ve gülümseyen o duvara.
duvarınız işte anlamadığınız,
hep yazmaya çalıştığınız, o duvar.-

-ve siz
beğenmediğiniz sıfatlardan başlamışsınız kendinizi tanıtmaya. o da sanmış ki göğe merdiven dayamışsınız.
hem nasıl bir sanıysa ki bu: sizli hitap zorunluluğu yerleştirmişsiniz zihnine. kırılmayan.

-hepimiz:

işte otorite karşıtı,
buradasın.
başeğme tanrılıklarına.
hayat önce asidir…
asilikse mümkün…

yazamayacaklarında ısrar et. ölmeyeceksin…

taşı

taşı, taşı, taşı
yükseğe,
emeği geçeni.

-büyüt,büyüt,büyüt gözlerini
şaşı’rtana kadar,
ezberini.

ancak böyle olunur kardeş,
emeğini verenle…

işte gedik.
ordan sızar içeri, akışkan beklentileri,
tek’lik isteği…

-anlatılamaz kardeşliğin
onlar için bir araç,
sizin içinse sonuç olduğu

ve yenilir yine
kardeşliğin
yerleşikliği

uç uç uç yüksekten
ey kuş
oradadır kardeşin.

aranma geçmişinde…

vefa

parçalanırken
-yok olmamanın mümkünlüğüne inanıp-
denize dik uzanan, dalga dalga dövülen dağların
ve küçük dokunuşlarla oluşan kuytu koyların,
tahrik dolu girintileri çıkıntıları misali,
beyin

öteleri düşleyen
denizin ve toprağın;

gök gürletecek,
deprem yaratacak
zamanı içinde taşıdıkları gibi;

şaraplı ve sepetli bir yalpalayış ile

gider,
komşuluğun borç ilişkisi doğuran
yakınlığına,

vefa tahsilatında sınanırken, dağ.

vazgeçer gider.
her günkü vazifesine, her gün geç kalan adamdan.
ve bikinisini giymiş, ummanda açılmak için bekleyen kadından.

vefa önceliktir notuyla.

ve hayat da gider, kendi bildiğine.
geç kalmayan memurlar,
ve denizde yüzen birbirinden güzel kızlarla.

ödenmeyen alacaklarla dolmuş bir ömrün,
borç yüklü katırıymış vefa.

ve umman ancak böyle gelirmiş. imana.

tavla

yenisini oynayalım.
bu kez hesabına.

ben kırıklarımı toplayacağım
köşende,

sen de bugün ol.

örebilecek misin bakalım
tel örgünü,
geçmesine izin vermediğin
saatlerin üstüne.

fark etmiyor değil mi.
gece oluyor her oyunun galibi…

şimdi bırak gecemi,
kazanmadan sevebileyim seni.

umur

gözlerinde ki uzaklığın,
tebessümün ve
hafifçe iki yana salladığın başın,
oldu emanetin.
suratından emir alan elin,
otobüsüme el sallarken.

umur.
umur olmalı ismi emanetinin.

değil mi ki;
uzak bakışın, boşluğun;
çizgilerin, bilememezliğindir;

umur olmalıdır ismi,
emanetinin.


biliyormusun
kalanı düşünüyorum bir süredir.
otobüs gittiğinde,
kalanın nereye gittiğini.
eve mi, ormana mı, denize mi,
nereye?
cehennemin dibine değilmiş,
öğrendim bunu 3 senede.

uzağa diyordu ya bakışların.
uzak nereyedir.
nerereye gidiyor şimdi izin?

göremiyorum,
uzağa giden benken…

anlıyabiliyorum sadece.
uzağa gidenin ,
uçurumu olurmuş özlemi,
ve arkasında kalırmış gözleri…

öğrendim sonraları,
içki içmemiş, televizyon izlemişsin saatlerce.
düşünmenin de uzağına atmışsın beni,
ertelemişsin.

yine kusmamak için,
gururunu.


gururlandırdın beni
iki yana salladığın başınla.

oysa,
tebessüm çizgilerinden öpmek de,
uçurumunda sevişmek de mümkündü.

umurum emanet kalsaydı kalbinde…
ben giderken uzaklara…

kumdan kale

hangi kadına sığar
bir deniz.
nasıl durabilir
dalgalanmadan,
her dalgada, kumdan bir kent yaratmadan.

veya
dala konan kuşun;
dallanan budaklanan yarınlardan
kanat çırpması,
dallanan budaklanan ağaçtan başka
kimi üzer ki?

ve sığmayana
kılıf arayışında olan sen;

kıyıdaki kuma
az diyebilir misin?

bencillik ve ölüm

"" etin gevşemesine bir başka tabir gerek,
zira ki ihtiyarlamak:
kendinden başka hiç kimseyi sevmemek demek.""
nazım hikmet

yenil-en-mekten ümidini kesmiş vücutlar gördüm yürürken.

ve gevşeyen etin kokuşmasına aldırmaksızın,
kokmuş et peşinde koşan penisler.



buzdolabından çıkarmışlar kendilerini,
fersizliğe tepki kararttıkları gözleriyle…

ve güneşin ölmüşlüğüne inançları,
derin yokuluşların hissiz değerlerine teslim etmiş
bunu kabullenmiş varoluşlarının ağırlığını taşıyamayan,
gevşemiş etlerini.
kokulu prezarvatifleri kabul etmiş,
hiç ısınamayacağını kabullendikleri vücutları.
tepinmişler, sinirle.

oysa,
başka bir isim gerek bencilliğe.

ihtiyarlıkta anlam aramasın,
torunu olmayacak olan.
çocuğunun,
olası nankörlüğünde
onu evlatlıktan redderek,
güvenden bencillik doğuracak olan.

bilin, başka bir isim gerek bencilliğe.

hayatı kabullenip kendinde inat edemeyenin
güneşi suçlamasına.
aşktan hiç doğuranın,
kutsalı çiğnemesine.

bilin onlar tepinirler sadece.
yenileyemedikleri etlerinin,
küf kokulu sinirleriyle

inanmayın onların gözlerinin karalığına.
aşklarına.
ve ben kokan orgazmlarına.

karartmışlar gözlerini,
oysa gevşiyor etleri.



etin gevşemesine başka anlam gerek,
ölüme de.
ve
ölü seven penise de.

dem

yenide olmanın ve keşfin ışıltısı içinde
rahatça hareket ettirebildiğin ellerinle
tutabilirdin.
çayımın deminde aradığın, dünümü.

oysa demde kaldı gözün.
benim ellerinde kaybolmam gibiydin.

iki sınıf gibiydik.
üretenin ve yönetenin o meşum tepenin
iki ucunda
birbirlerinin ellerindeki fenere dikkat kesilmiş gözlerinin,
fenerden vazgeçemeyen çekiniklikle,
anlayamadan ,
son doğurduğu iki bilinç gibi.

kapama gözlerimi.
henüz göremez elin.
bekle, gelme daha çayımın demine;
gözlerim elin olup,
sana dem içirinceye…

sınıfsız bir toplum için,
bekle.

ellerin,
güneşe hazır değil daha.
çünkü güneş hala çok yakıcı,
bir emekçinin,
ellerine.

gençlik güzel şey

uzakta
çocukluğumun geçtiği bozkır kadar uzakta
heveslerle boyanmış pembe bir kreşde

mahcup bir pembelikle gülümsediğin öğretmeninin
zapt şekerini kabul etmeyişin
ve gelemeyişinle dökülen
sararmış yapraklar uçuşur

daha dün
imge imge büyüdüğün
sarı bisikletinle etrafında tur döndüğün
bahçeme

eksik maviliğime sonbahar gelir
kanar yine gidemeyişim
ve çocukluğum

özlerim

gitmelerle başlayacak gençliğini

köpekleşmek

sadıktır köpek
tasmayı tutan ele,
şımarmak havucunda yüzmenin yeterli olduğu
zeminde.

ve saldırgandır,
kulağını kesenden korktuğu kadar.

ey güzel rakel,
güvercin sever.
barışamayız biz seninle,
ceddimiz tasma sever.

sandalye

soluklanmak zorundaydı ciğerlerimiz

sabah yürüyüşü yapan teyzelerin
bir yaklaşan bir uzaklaşan mesafelerini,
mesafeliliklerini, ölçmeye yarayan kalemlerimizle
sıklaşan merhabalarından doğurduklarına bakarken.

soluklanmak zorundaydı ciğerlerimiz,
bakarken
sır gömülü geçmişlerinden,
aynalı gelecekler kurabilmelerine.

yazdı sonunda kalemimiz.
onlar giderken
soluklanmak için oturduğumuz sandalyelerinde:

zor duyuluyormuş,
yürürken nefesi kesilenin
merhaba deyişi.
ve kaybolan sır,
sandalyenin oluyormuş.

ses yitimi

sessizlik bahçemde gölgesi,
tüm gidenlerin oluşturduğu korkuluğun.
öyle koyu.

dün gece elimi uzattım gölgeye.
sonrasında karardı gözüm. bayılmışım.
uyandığımda gitmişti.

ne sessizliğim kalmıştı geriye,
ne sesim…

posa

daha kaç kez gidecek bahar
suya yazılan onca ümidi kaç kez götürecek giderken

bırakma bahar
bırakma posanı geriye
inan hiçbir zaman gidemeyecek kalan
beklerken
beklerken
ışıktan süzülen yakamozun
kurtarıcılığını

bırakma posanı
daha kaç kez yok olabilir bir medeniyet
hangi süzüntü kaç kez yaratabilir
yeniden cenk meydanını.
bırakma çok bekleyemez kalan,
ışık süzülmezken askerden.

yoktan bir varoluşun
çok sürmez varlığı.
bırakma posanı,
kışa

inat

mevsim mevsim düşmüş,
özlemli tırtıllarla gözlerinin yeşili boşaltılmış,
insanlar
yığıntısı
içinde

sona kalmış bir yaprağın
küçük bir ihtimalidir, inat.

son közü, umudunun;
bir küçük yeşili , gözünün.

ve bu inadı yer tırtıl.
kabullenme coğrafyasının
kabul kabul büyüyen insanının
için için kırılan direnci içinde.

umudun bağını yer tırtıl.
koparır hayallerin suyla temasını.
ve
sudan soğutur,
soldurur,
öyle düşürür yaprağı.

ya da ben

son umudumla sallanırken dalda
öyle incecik bir bağla;
esmesin küçücük bile dünya
durumuna küçülmüşken.

nasıl olabilirim kasırga
inadım da kalmasa.

yakınlık çekincesi

küçülen anlamlarla birlikte başlayan
horoz seslerinin
yetişmeye çalıştığı uzak çağrılar boyunca;

çalışır insan,

vazgeçilen gece pazarlıklarının hülyası
az biraz aş için.

ya da durur,

sabahlarca unutulan aşkın,
tamamlanmamış çocukluk hırsıyla
ödeşmesini beklerken;
uzaklaşan uçurtmasının
çekebildiği hayal olmak için.

ama burda
horozlar ötmüyor sabahlardır.
biliyorum,
çocukluğum kadar yakın sesin

duvara karşı

ateşten yuvarlaklar çizerek
eşliksiz dansı
ve döne döne salınan eteği ile,

-hiç düşünülmeyen duvar
için,-

çarpılıncaya kadar ,

tok bir sesin
kahkaha istencine.

duvar orda.

yaşamaksa,

duvarın ardında ki
çıplaklar kampında
başını kaldırmak kadar zor.

yengeç adım

inat ettim, zor giyindim.
sonra baktım, yürüdükçe çoğalmış kıyafetim.

ben uzun zamandır düz yazı yazmıyorum. ya da yazamıyorum. sanırım beynim bu konuda da kolaya kaçmama sebep oluyor. ve bu kolay da, daha uzun sürecek ve daha yoğunlaşma gerektirecek olan düz yazıdan uzaklaştırıyor beni. ben de çoğu şeyde olduğu gibi bunu da kabullenip şiir yazıyorum.
gerçi bunu da bi tuhaf yapıyorum. bi tanıdığım “Aklı karışmış baktıkça, dili karışmış yazmaya koyulunca..” şeklinde yorumlamıştı bu durumumu da çok sevmiştim bu tesbitini.
zira, baktıkça küçülüyorum sanki. kocaman bir zamanda, kocaman bir hayatın hemen kenarında, ellerimi ceketimin cebime koymuş yürüdükçe küçülüyorum. zaman ya da hayata ait olmamanın büyüklüğüyle çözülen diz bağlarım, kolaya kaçırtıp bir bank’a oturmak zorunda bırakıyor beni. koca koca kelimeler, değiştirilebilecekleri, olabilecekleri uğurluyor kulaklarıma da, gidemiyorum daha fazla. otura kalıyorum. fersiz bırakıyor anlam beni.
ve sonra doğal olarak peşpeşe küçülüyor cümlelerim. oysa benek benek aklımda tüm gördüklerim. ve bir benek eksik oluversin diyemeyen kalemim, kafamı karıştırıyor, dilimi dolaştırıyor. sızmamaya çalışıyorum.
demek ki devrim değil, devrimcilik düşüyor kısmetime diyor bölünüyorum, sığabildiğimce.


kopuk mu gelir geçişlerim. değil aslında.
biliyorum alışırsın sabredersen, beneksiz bir uğur böceğine bile.
hatta
uç uç ugur böceği,
annen sana terlık papuç alıcak da dersin .

ama anlaman da gerek.

uçamam ben.
sesine kıyamam,
gözüne,
üstünde yürüdüğüm parmak ucuna…

her bir uzvun bir kelime olup süzülür beynimden,kıyamam güzelliğinden eksiltmeye,uçamam,
kalırım. kala kala sadece kalırım. sözlerimin anlamından ,beneksiz bir uğur böceğinden dileyen gözlerinden, öperim, hürmetle. ve sonra sen uçarsın gökte süzüle süzüle. işte ancak o zaman şaşırmam belki, sadece üzülürüm: yalnızlığımı çalmana.
ve ancak o zaman yazabilirim belki, bir devrimi ve romanını.

dedim ya kesiliyor nefesim, kalakalıyorum bir bankta. sızmıyorum anlam kopmasın diye.
sarhoş işte deme,kopma.
çünkü yol hala devrim, kalemse şiir…
ama başka türlü.

külümse

Bas bas bağıran haykırışlarında
Varolduğum korku;

Kül kokulu mazinin
Gonca gonca yiten
Yiğitlerine
Bağlılığımda köklüdür;
Dal verir durur, içimde.

Emek emek büyüyen
Sınıf gibi,
Bilmek gibi,
Külden mazi kızıl bir gemi gibi,

Yüzer korkusuzluk içinde,
Dal, dal büyüyen bir ağaç gibi,
Mavi bir düşe.

kahve

eşiği geçilmiş sınırın,
sabah kahvesi kadar sakin ve dumanlı
başlangıcında,
sözsüz kalmış çıplak bir gün
gibi,

öylece durur göl.

kuşlar,karabataklar görünür bazen üstünde.
o,
ışık ışık parçalanan suratıyla;
küçük küçük büyüyen çemberler çizer,
dalgalanır misafirlerine,
tüm çıplaklığı üstünde.

gören,
geçer gider
eşiğinden.

mavi baloncuklar içinde,
yaşam dedikleri gözleriyle
pır pır kaybolur.
kayboldukça varolur,
mavi baloncuklar içinde
köpüklü bir dipte,
gölde.

bilinmez yetişir mi nefesi,.
sözsüz kalmış günün
sabah kahvesine

çıkın

düştüğünüzde, yanınızda olanlara bakarsınız evvela. çıkınınıza anneniz ne koymuş onlara bakarsınız.
ve, ya boyun eğer,düşmenizi değerlerden uzaklaşmaya bağlar; ayaklarını köke salan, verilemeyecek hesabı olmayan bir şair olursunuz
ya da bir asi olursunuz çocukluğunuzdaki gibi,saçlarına rüzgar beğenmeyen esrik bir kadın gibi.

düştüyseniz eğer, bilirsiniz.
zor kurulur denge.
açsanız da
yalnızsanız da bilirsiniz.

düştüyseniz eğer bilirsiniz,
zor olur normalleşmeniz.
sert kahkahaların, sert savunmaların mimik ettiği çizgileri farketmeden
kalınlaşan kabuğunuz, altına çıkınını almış;
çoktaan hayal hayal yakınlaştırmıştır sizi
çocukluğunuza. kolay dönemezsiniz.

düştüyseniz eğer bilirsiniz,
esrik bir kelebek
gelip konuverirse çıkınınıza.
bu onun kendi çıkınını şair kardeşine bıraktığındandır.

su

kalabalıkla birlikte çekilen
dere suyu
denize giderken,
sıçrayıp karayı tercih edemeyen
cesur bir gemici:

-gemisinde
ayağı harfe bulanmış
bakışsız bir kedi kara*-

bekler limanda,

dizini uzatmış
suyun çekilmesini bekleyen bir kahinin
mağrur kalbini.

suya inanır,
kuyruğunda gökkuşağı...

sunak

dekolteden zincirleri
sıkar boynunu,
yürüyemez.

kalır;
sunakta,
bir avuç kelebek.

öpemezsin,
dönüp gidemezsin.

avcuna bakarsın,
bir avuç kelebek.

hatırlarsın,
dünyanın sonu vardır*.

uçuşur durur sevgilin.
sen,avcundakiyle yaşarken.

sunu

toprak rengi benzi
küfür kokusu denizini,
koymuş terkisine.

-coşkun bağımsızlıklardan,
mağrur dikliklerden geçen
hal hal meraklısı gözlerinde*:
herkesleri aklayan derin küpü;-

olmuş
cana canana müşteri;

kabuk örmek ister:

sıçrayan beynine kelepçe gözler isteyen,
ölüm taklidi,
yaşamına.

gurur,
yerde aşk var
eğilip alsana
teslimiyetinde.

cürret,
yalpalamasına arar,
müşteri.

olmuş eni konu bir sunu:
kendisine kabuk örer,
bizim
küfür kokulu histeri.

*gözleri
inadına şarkı söyleyen
bir batılının
hayata salladığı beyaz bayrak.
her zaman gurur içinde.

cam kıracağı

bir parça dumanla buğulanıveren camına,
yağmur düşmüş.

sanrılı karanlık,
deve ayna olup;
bir cam bir cam bir cam daha
içeride
kendisini göstermiş.

yüzünde,
delirmemeye bedel bir kavganın
acımasız şeffaflığı,
bir çirkin gülüş ile.
..
sanrılardan dev bir aynanın
camı içinde
küçücük dünya.

sığınmayan,
ıslanır.

cam, toz duman içinde.

bıyıkaltı

bıyık altı bir gülüşümü yakaladı bir kadın. heyecanlandım.
bildim, dikkatini çekmiş cesaretim.

gözüne dik bakılan bilir
pervasızlık kokar bu hareket.
işte böyle bir günde,
korkulacak bir şey olmadığını
ve kardeşliği fısıldayan ılık bir gülüşe;
yakaladım samimiyetini, der gibiydi sözleri.
ve rahatsızlığı bildiğini,
dik bakılan nice gözlerin tedirginliğini.

özlem

nerede bir özleyen görsem,

-geziler,sarhoşluklar,sevişmeler,
sokaklar,deniz.-.

akşam çöker yüzüme.

bitmemiş günlerimden kalma
cesaretim ,

o denizlere aşık,
yeni yetme özlemlere can olan,
yalnızlığım,

yaratamadığın aşığın ;

çöker.

içlenirim gidişine.

gidişle kırılan zincirlerin ahına,
gerçek zincirleri takan kutsayıcı kuşlar
cıvıldaşır bekleyişime.

ve ben nerede bir bekleyen görsem,

öyle yakınında görürüm;
sadık bir köpeğin
mağrurluğunu,
gerçeğinse, kırık bir zincir olduğunu.

yenidene’ye
yediremem sözlerimi;
gerçekleşemem,
dönüşümü bekleyen dostlarıma.


gerçek,

gidenin büyüttüğü iç gibi şişmiş bu dünyada,
köpekten oluşmuş,
bir kuş; uçar:
sanrı dağında, bir kursak özlem.
cıvıl,cıvıl .

kapan

kapan’mış beyninin üstüne,
bekler.

-yaklaşana, burada olduğunu bağırmaktır bildiği.-

durduğu gibi durmayan güneş ve
korunmaya muhtaç gölgelerce
yalnızlığın içine,
sinmiş;
bekler,
kimde olduğu bilinmeyen bir imanın,
güneşin sabitliğini ispat etme
gerekliliğinde. -koşandır suratı.-
,
güneş desen,

can reddeden bir kör kuyu.
yakıverir,
pöh dese.
tüm gölgeleri.



uyandığında ,

yaşını ölçen hemşireler,
yüzünü usülce yıkayıp
çekildiler aynanın arkasına.

gördüğü:
sallanan bir kapan, beyninin tam üstünde.
bekler,
yaklaştırmaz haramı.

ve,
vurur yüzüne,
korkunun tutsaklığını.

şimdi ,koş güneşe!
yanan bir can olsun.

iz

İZ
evi,
kapısı kapandığında sıcak olandır, diye anlatmış
ebed eserken dizelerinde,
düşmeyen ateş,
şair.

oysa,
yurtsuz bir kuş
ezeli takmış kuyruğuna,
düşmeyen ateşine
ezel estiren dizeler beklermiş , şiirden.

ey şair,
bu dünya soğuyacak .*
ve bu iz takılıp, bir kuşun kanadına
yok olup gidecek uzaklara:

uzaklarda,
dedesi olup gelecek rüyasına
bir yetişkinin.
- ""dinler,tavsiye verir
ve Allahın dediğini okuyup
sığınmaya davet eder, düşmüşü. dede"" -
oturacak rahlenin karşısına.

rahlelerinde,
bitmeyen hıncıyla anne üstünden inmeyen baba
gözünde bir suskun’un bitmeyen yenilgisiyle anne
ve bir de
anne dayakçısı nine.

rahlelerinde,
dün tutku
yarın boş bir kovan.
bugün 2 tabanca.

bu dünya soğuyacak ey şair.
rahleden kalkacak
bir ceset.
ve bir iz; silinecek bugün bu rüyada bir kuşun kanadından.

dede feraha erecek.
ezelsiz bir kuş gökte uçacak.
ve ölülerin vurulmuş yanı
şairlerle soğuğu haykıracak sokaklarda.

düşmeyen bir ateş gibi,
tutuştururken geçmişi.

sarkaç meselesi

sessiz bir salınım sarkacınki,
tamamlanır dünyanın bir gününde:
barışın pus edilmesiyle
çalışan
tarih değirmeninde
(aç toprağa verilen çıplak vücutların dünsüz kahkalarıyla biriken ter bulutlarının yıkadığı sokaklar kadar beyaz afişli ),
lodosun ruhu kadar kara dağların kar çiçeğini görecek kadar aç bir barışın,
ödenen bedele dizilmiş gözlerce yüzlü
yangın yeri ağızlı,çevrik dili
öğütülürken
suskun bir yüze.

ya da tamamlanmaz:
insanların diğer yüzleriyle.

canan

camın suda ki yansımasıyla
zikzak çizen ışıklara
basarak yürüyen bir kurbağanın yalpalamasında
inanamayarak sürdürülen iz gibi
büyüyen bir dünya içinde

5 yaşında yaşanmışlığı
kavgaları olan
uçurtma ruhlu canan.

sürüye sürüye gider fotoğraflarını
cam cam inceleşen saydamlığının
altında maden
üstü kanarak sürdürülen eylem

ipi tutan canan
kurbağası, uçurtmayı taşıyan

yak-ın

maketmiş
bu kapalı pencereler
demirden ray
nefisten tav
kasabanın
tavında dövülmüş asi gençlerine.

derken
açılmış dudakları,
asmak için yanan perdeleri
maketin üstüne.

göz

bedeninin gözüne verdiği zararı umursayıp
tutkuyla saldıran
bir tek gülümseyiş mimikli kadınlar
ve
onların oynayan memelerinin
eşliğinde sergilenen
hayatını görmeye adamış
kumarbaz Dostoyevski nin
her saklanmayan gibi yakalanmış incecik bir lekesi

üşür,
tokluğun karşısında.

sıçratılmış gözleri
ışığa pervane kelebeklerin üşümüşlüğü ve
denemekten yılmayan can ile oluşmuş
pişmaniyesiz uçurum bakışları

bir tek gülümseyişli kadının
aç bedeninde isyan olmuş
açmış yelkeni
yüzer

saklanmayan kelimenin
yakıcı gerçeğine
yaşam inadı ve kölelik ile.

nice başarısız tutkuluların
yaşam inadında ki
köleliğin aç gözü gibi.

çuval

ne ok ne yay
ne de onlarca karga
taşıyabilir artık sesimi
belki bir çuval
çıkmış kokusu üstünden denizin
yüksünülmüş
şurda öylece bekleyen sevgilim çuval.
.
atıp kaçacayım en iyisi onun içine

belki bilmediği bir ses sinerse içine
rüzgar eser
ve dönebilir denizine,
diye.

serçe

zamana salınmış balon içinde
uçarı bir serçe
al al yanaklarından
kanat kanat süzülür
zaman zaman mırıldanan
dudağının ekşisine
yolu bir karış
tadında damla damla birikmiş göl ile

ve

bir akşam üstü bir gölün kenarında
zamansızlık içinde kıpırtı
rüzgarı balona nefes
serçeye kırmızı
yolu bir karış
bir baloncu

Doldurmuşlar çarçabuk sevmelerini
bitmeyen zamanlarına
koşarlar birbirlerine
yolları bir karış.

gölge oyunu

lapa lapa yağarken kar
uyumamak için çırıl çıplak koşan delileri
acıtmayan rüzgar
süpürür
çağıl çağıl gerçekleri.

kalır
önü beyaz
gölgesi iz gözlerin
kayıp renkleri

ve
beyaz bir perdede

gölge oyunu.

fırtına için

çarptıkça yüzüne fırtına
belirginleşir izi
sır gibi gömülü çizgilerin

sanki
grev grev canhıraş kesik kesik nefesli
serçeler
kanatlanmış sakaryadan
fırtına olmuş
çarpmakta camına
teslim olmayı bilmez kocaların, patronların.
ve
kesik nefeslerle
açlık ifşa edip tozunu silmekte kabullenmişliğin.

isyan olup sarmakta yeryüzünü
bir serçe gagasının öpücüğü.

sandık

bir atımlık canı ile
fırlatıp kendini sandığına
kilitlediğinde üstünden
geçmişi
gür sesli şu ihtiras gecesi

sabaha yine serkeşliğe uyanırsa sanısından,
yaşam

yokluğun
sızak ışıkta güneş
acıda ışık
güneşte gölge
yazgısı ile
yeniden uyur ihtirastan sandığın içinde
sızan sanıdan boğulana dek
umut.

koku

bir saygı
çökmüş suratlarımızda.
bir nezaket.

sen
bir pencerede oturmuş
bacakları kırılmış genç bir kadın

camın,
oynaşanların suratını
mahrum bir gülüş olarak yansıttığı yüzünle,
büyütmüşken içinde mahrumlar için sevgini

ben
bacakları olan bir genç bir adam

saldırgan bir köpeğin karşısında
kaçırmadan ko(r)kumu gözlerinden
yansımışım
çömelene saldırmayan köpeğin
sadık bir sevgiye olan açlığına

ve biz
bazen erkek erkeğe
bazen kadın kadına
bazen kadın erkeğe
bazen de erkek kadına

konuşuruz
tedirgin gözlerimde ki se(si)ni,
aşkın köpek eşiğini

bir saygı
çökmüş suratlarımızda.
bir nezaket.

terzi

terzi aranma
al basmasına
kapalı pencereler dışında taşarken
kış.

bak taşmış
düşkün çocuklar
söze aç kadınlar
sıcak rüzgar

seslerinde sökükleri
sel taşırlar
yaşam yolsuzluğunun
yol açan makinaları içinde
sözleşmiş emir erlerine.

seslerinde sıcak bir yüzleşme
vururlar
kışta bilinen terzilerin
yol biçen yüzlerine.

adak

mümkünlüğe adanmış
hariç bir ışık saçarak
gidendir göndere,
bedeni

görene
-ki gönderileni görendir-
sırat olur sadakat.
adanır
ya beden
ya iz

görmeyene
hariç

misafir inceliği

az bilinenden çıkardığı gururu
ve
okuduğu meydanlarda gördüğü sahafda topladığı
saçları eşliğinde
ayıklamış evini,
bağımsızlık ve algı terler
çok bilinmeyenli genişlikte
bedeni

sonsuz bir misafirlik
ve tefekkür içinde
giyinir.
dün seyir bile etmediği
yeni ev sahibi
silüetinde ki
isyan ve cesareti.

ve korkmaz
teşekkür alıp verişirken misafirlikte

yenilen zaman
gördükleri ise gerçek, iken

teneffüs

üçüncü güne kalmayan umut
vazgeçtiğim.

küçülüyor gözümün bebeği
ve hep varlar
yanıbaşımda saçımı okşayıp
seviyorlar
küçükken bebeğimi

eteğinde akrep

hep geriyi gösterir
şu saat
içinde akrep yelkovan saniye
san
hepsi düşmüşler şiire

kaç şiir
kaç ölmek gerek
daha kaç ispat

akrep:

gölge içinde kalmış
çıplak ışık gösteren göz
ıslığı duyulur.

biz değil
o
yürür
şu kalabalık caddede
tek başına umut,
bir şiir

yelkovan:

açlığı
kara bir kılınç

gölgede ahenk
gözü
gerçek diye diye döner
ışık peşinde,

ayarsız özlem
kuşku gerçek

köprü üstü yel
eteğinde akrep

daha kaç ölmek gerek

saniye

dua değnek
ağır sevgilim
taşan haklılık
dolu zemberek
-gidemiyor sinmiş içine
kovanyel-
eski akrep


ve
yel görüp durmuş akrep
saniyeye çevrilmiş gözü
gölge durmuş

sahi daha kaç kabul gerek
kuşkudur ismin

kaç şiir
kaç ispat
kaç ölmek gerek

zaman için.

dilekçe

döner gelir
sonra
büyüyen her çocuk
babasının yanına
başlatır zamanı
kendisine de.

hazırlan ,

kül koklayan kesik nefes
kuruyan kan
ateşte yelpaze
zayıf bünye

sessiz oyuncakların
deniz taşısın
saçların rüzgar
külüne
çocuğun

sönsün
zamanda cevap arayan dilekçe

ve yaşa
emsal bir yanıt
bir kağıt
bir ateş

bilsin çocuk
ateş yanana aşık.

baykuş

ölmüş bir baykuş atmışlar
bahar temizliğine girişilen tarihin
çatısına

süpürge ucundan bir kalp
aynı adlı duyarsızlıkla
süpürmüş leşini
baykuşun.

büyümek demiş adına
seneler evvel,
süpürge ihtiyar heyeti.
baykuş süpürmeye.

ve hala yaşarlarmış
en yakınında,
baykuşun.
ölemeden.

.....*
antikahraman, aldanma.
çiftçi, aldanma.
seni bekler bu dolunayda,
kabullenmeyen inat ve satılmayan umutla:
baykuş.

yansı

unutmuşum nasıl güler
bir balık

ürkmüş
sahtesinden ışığın
zamansız yüzüm

-her ışık bir seyyid
korkma derdim yüreğim
sahteliğinden peygamberin.
ve alır götürürdü o,
aynasını balığımın.
denizim-

ürker ışıktan hep yüzüm
ve bulut hep üstüme çizer
şişmiş karnının açlık dengesini,
yağmur çizgileri
biçim biçim gölgeler olup dans ederken
yüzümde.

işte şimdi yine
yüzümü çağırıyor

bir doğum öncesi suyuna düşmüş
mümküne kondurulan her öpüş gibi sıcacık
bir yüz
salınıyor karanlığımda.
güçlü bacakları
şişmiş karnını taşır,
ürkek sesi
tutuşmaya çalan çaresini

işte
aynamı çağırıyor bir yüz
herhal
dengeye gelsin ister yeryüzü

bulut hala çizerken
ışıkla kandırılan denizin çizgisini
derin,
ve ben hep bilemiyorum
nasıl güldüğünü
bir balığın

kırlangıç ve vicdan

atlayıp rüzgarın sırtına
dörtnala gittiler
günahına baharın

geride bırakıp
isine mağdur gözleri
ve kış ateşini.

şimdi dönüyorlar
görmezden gelinen gece ışıkları yorgunu
tazece yenilmiş bahar umudu kuyruklu
kırlangıçlar
borcu ödenmiş taze bahara

çocuğunu hatırlıyor bir gece annesi,
bir katil, cinayet mahallini.
ekmek ekmek diye.

oysa bilmiyorlar
günahsız bir bahar
fırtınada ateşin içinde kalan
beyaz bir kuş kadar sınıfsal
ve dinmeyen sabır koyuluğunda kanayan bir vicdandır
ve
cemresi toprağa düşmüş kara bir evdir
kışta yanmış o gözler.

ekemezler toprağı

dönme artık kırlangıç.

yüzleşme

aksinin izinde uysal bir anlamak,
toprağa kaynaşan et ve
yürüdükçe artan kalabalık gibi tutunmaktır mevcuda
ölümdür, yoldur ölümlüye.

aks
yürümedikçe büyüyen anlam
ve
toprağa düşen tırnak kadar yalnız bir dirençken,
yolu olmayana.

ve ben
tırnakta can,
sitemkar bir davetiye ölümlüye,
bir yüzleşmeyim
mümkünleşmeyle..

lamelif

sarılıyor cümlelerim birbirleriyle yuvarlanmanın sarı yapraklar ve günahsızlık nehrinde mümkün olup olmadığını arar gibi bir salıntı ve acizlikle.
yol alıyor çirkin oldukça görünmeyiz diye diye..

kurma saatler gibi edebiyat.ve tekmeci 3-5 asi.

sonsuzda beliren parçalanmış yüzler
yüksek yüksek tepelerde kurulmuş evlerde bir gelin başı kınalı
öbür yakasında kan dökülmemiş süt kutunun içinde

yuvarlanıyor cümlelerim
edebiyat
sadece sütü sayıyor

bazen de

sarılıyor cümlelerim birbirleriyle yuvarlanmanın sarı yapraklar ve günahsızlık nehrinde mümkün olup olmadığını arar gibi bir salıntı ve acizlikle.
yol alıyor çirkin oldukça görünmeyiz diye diye..

kurma saatler gibi edebiyat.ve tekmeci 3-5 asi.

sonsuzda beliren parçalanmış yüzler
yüksek yüksek tepelerde kurulmuş evlerde bir gelin başı kınalı
öbür yakasında kan dökülmemiş süt kutunun içinde

yuvarlanıyor cümlelerim
edebiyat
sadece sütü sayıyor

isyan nisyan ile insan

hep vazgeçmişim. ne zaman karşılaşsam açılmış kollarıyla acının, sinmişim küçücük bir pencereye.
ar gelmiş annemin ölümüne isyan.

bir köşesinde ağlar evimin
hırstan babam, ateş gibi ekmek parçası,
tutkulu id

öğrenmiş,
unutabilme nimetinin
sinmiş küçük pencere insanı aşkında olduğunu,
annemin helalliğinden.
anneme hayran

ben insan bir denge
nisyan ile ünsiyetten olan

vazgeçmeliyim öldürmekten ekmeği
annem için

*insan, nisyan ve ünsiyetten türemiş bir kelimeymiş. unutabilen ve delicesine bağlanabilen manasına gelmiş.

1,0

sığınmayacak
üstesine

kurgulanmış kuğular
hor nakkaşeler
içinde farkındalık dev cüsseler
aşksız sevişmelerinde pınar

sığınmayacak
yükseklerden çağıran sesin
bir dediğine

cüret şirk
ölmeden yaşama sığmamış
eksik

parçalanmış harfi elifin..

sığmamış kalemine noktadan bir..

her bir kez

herkesin
papatya koklamasına şahit olabilirim,
olabilirim her şeyi herkesin

hem ben esirikken
toplasam herkesi bir araya
bakmam ki elimde kalana
sarılırım doya doya zamana..