20 Şubat 2009 Cuma

göl ve sevgili ve lüks

Ne zor günlerin sıcak akşamüstlerinde balkona oturmuş göle bakarken ve yine hiçbir şey yapmazken gelip yandaki sandalyeye otururdun. Bi kaç cümle işte marketteki kızla yapılan geyik ve aslında ne kadar hüzünlü bi suratı olduğuna dair bi kaç küçük tespit. Ve sonra susuşlarımı seyredip gidip içeriye kitap okurdun. Sahi ne çok okurdun ben dopdolu gözlerimle boşluğuma bakarken.

Ne çok bilmiş olmanın kiyafetsiz akşamüstleri.
Göl.
Deniz olamayışını paylaşırdı, korkularını anlatırdı.
Oysa nasıl derindi suskunluğu.
.
-bilirdim kışını da. bir keresinde taşmıştı da kendinden geçmişti. tüm kasaba su altında kalmaktan korkmuştuk da denize değil bize taşması anlamına vermiştim o yağmurlu kış günlerimi. –
.
Ve şimdi bu akşamüstü tüm yaşanmışlıklarımızı koymuşuz da balkonumla senin arandaki yola,
taşamamıza ağlıyoruz sanki
dopdulu gözlerimizle birbirimize bakarken.

2 sene sonra. Yan balkon.
.
Ben ona şefkatle bakıyorum. O bana.

Gideceğini biliyordum diyor. Dayanılmaz benim suskunluğum.

Gitmedim diyorum. Kovuldum.

Gidememeye,ahde vefaya,değerlere dair ne kadarsa şiirlerim. Veriyorum kendisine. Yavaş yavaş, sindire sindire kabul ediyor şiirlerimi derinine.
Bir şiir, bir şiir daha. önce ıslanıyor sonra yüzüyor yüzeyinde. Bakın benim için yazılmış bu şiir der gibi gösteriyorsun herkese onları ve yavaş yavaş alıyorsun derinine.
Mutluyum. Biliyorum ki yazdıklarım ancak şimdi gerçek şiir.
...

Oturuyorum balkonda. Vakit yine bir akşamüstü.
Ve bu sefer dolmayacak dibimde ki sandalye.

Gideceğini biliyordum diyorum. Dayanılmaz benim suskunluğum.

Oysa
Varlığın öyle güzel
Lüksüydü ki hayatımın

Ben yokken
Buradaydın
Ve ben
Yine ne kadar da kendimdim.

Anladım
Lüksündü özlediğim.

Sahipsiz,muhatabı olmayan ve belki hiç olmayacak bir kötü şiir daha işte. Biliyorum. Bu yüzden kötü zaten. Napıcam ki şimdi bunu.
...

Göl.
durgun.

göle bakıyorum. Onca zaman geçmiş aradan. Hala sakin hala sinirlenmemiş olmasına şaşıyorum. Öyle veya böyle; şöyle veya değil ne fark eder ki. Biliyorum isteseydim kovulmazdım ve ben hiç gitmemiş olurdum gölden. Ve biliyorum ki o zaten farkında,kendimi kovdurmuş olduğumun da. Şaşıyorum sakinliğine.

Hafiften rüzgar esiyor
Anlıyorum
Ceketsiz kalmama üzülüyor.

Göle bakıyorum. Bir de ne yapacağımı bilmediğim şiir bozuntusuna.
Bana bakıyor o da. Bir de bozuntu dediğim şiire.
Sanırım anlıyorum.
Ağzımda geveliyorum şiiri. Islaklıktan ve yüzmekten bitap düşürene kadar. Sonra yutuyorum.
...
Sanırım anlıyorum.
Lüksün ne güzelmiş.
Sevgilim.


20.02.09

bir çift küçücük ayak

Bir misafir inceliğinde
Bastığı yeri sanki hiç yürünmemiş
Gibi geri bırakan küçücük ayakları.

Misafiri dünyanın
-herkeslerin evsahibi ve hoyratlığı ile dolu olan-
Bir çift küçücük ayak.


18.02.09

lodos

http://www.fileden.com/files/2008/12/31/2246817/Hey%20Gidi%20Karadeniz111.mp3


kış

Sıkışık mengenelerin içinde,
Can çekişen dişlerim,
Sürdürülebilirlik görmeyen patronumun 5 Günlük lütfu;
Attı beni
bilindik sığınağıma.

Hayır ana kucağına değil,
Lodosa sarılmaya.

Lodosun annesi
Mine.

Aynı pencerede.
Aynı uzak bakışlım.

Hoşgeldin dediğinde kavuşur da uzaklarımız
Biz ne güzel sarılırız mine.

Minenin hikayesidir…

meze yapmaz kışın mine
sanırsın hep oturur öyle pencerede.
deniz
denizi seyreder,
hayallerde kaybolur mine
kaybolur da ,
bulunmaz sevdiceğine bile.
...

gök yarılır
bir lodos doğurur mine.
gözyaşının annesi bildiğini
-ne acısına
ne de çocuğunun kız olmasına aldırmaz-
isim yapar takar kızının boynuna.

susar
doğurduğu lodosunu
büyütür mine...

...

yaz gelir
türlü türlü mezeler yapar
mavili yeşilli eteğiyle.
görenin istemeye
sevenin sevmeye doyamadığı
gülüşüyle
mine.
her gelenin burada yaşamak istediğini bile bile
hemde.
övgüleri özençleri koyar hep heybesine.
...

kış gelir
övgülerle dolu yüreği
kaynar için için de
yazın bilemedikleri
sıcağı üfler .
içine.

Sarılırız seninle
İçim gider.
Sıcaklıklar karışırda
Oh derim mine.

Denizin hikayesidir:

Yaz gelir dolar yüreği
Kış gelir lodos olur akar içi:

“kış gelir
saklanır sığınağa
kasabanın,
bütün tekneleri.

bunu bilir
döver kıyıları.”

-yaz gelir mutedil
enfes manzaralar sunar misafirlerine
deniz olunmalı oğul deniz
övgüleriyle dolar yüreği-

dolar dolar da
yetmez olur kasabanın mutedilliği.

kaynar için için
eser ha eser
döver kıyıları.

alamaz hıncını
kabullenemez dün tüm doğurganlığıyla
tüm güzelliğiyle varettiklerinin
bugün köşe bucak susmasını

döver kıyıları.

Bilmez bizim lodos dediğimizi
Ahde vefa koymuş ismini

Eser ha eser
Deniz.
...

Lodos:
Büyüyor kozasının içinde.
“ "bütün mesele, evet, haklısın ihtiyar, tırtıl ile kelebek arasındaki fark. kelebekler korkar, tırtıllar bunu bilmez bile, kelebek olunca tırtıl olmayı sen özlemedin mi hiç? hepimiz az ömürlüyüz. kelebek olunca fark ediliyoruz ama, güvenli yer, kozanın içi. ama fark edilmek?"
"zorlu, ha," dedim o'na." ”*.

“Gidemeyişi
Sevmeyi büyütür
Gitmeyi öğretir
Korkularının en içine,
Gider daha o küçük yaşta.
Eser işte.
Cilveleri
Gitsin diye gözüne bakan
Ebeveynlerine.”

Büyüyor lodos.


Sarılırım lodosa
Siz hiç umudunuza sarılmadınız mı?
Sarılırım lodosa,
O cilve yapar bana.

Sarılırız seninle
Mine.
Biliriz
Gününde elele gidilir denize.

Geldim mine
Geldim tüm nefessizliğimle.
Gidemedim,
Geldim mine.

...

17.02.09

* reha mağden

şaşı felek çıkmazı

ŞAŞI FELEK ÇIKMAZI

Her sıradanlık ve her asilik

Hepsi yaptıklarınızın.

Dünyeviliğinde kayboluyor

Çağdaş zamanların.

Ve şaşırmamaya başlıyor insan

Beşerin şaşkınlıklarına.

Yükseldikçe,

“şaşırtıcı” hamlelerinize basa basa

Yüreğimi şişiren boş yalnızlıklarım.

Ve pompalarken her biriniz yalnızlığımı

Taksi şoförünün verdiğim adresi

Tarif etmeden bulabilmesi şaşırtıyor beni.

Ya da manavın çırağı niye kandırmadı ki şimdi beni.

Halbuki ne kadar da şaşırtıcı

Normallerimiz.

Kabulleniş.

Çıkmaz sokağında debelenirken ben

Geçmişine şaşı gözlerle bakan

Unutkan bir dumrul iken hem de

Seni gördüm.

Karşı kaldırımda.

Sert ifadene öğrenilmişlik çökmüş,

Hedef eksenli olmuş ayacıkların

Gidiyordun.

Yolu seyretmeden.

Ben

Sokakta,

Seni bekleyen balkonumda,

Anımı yok saydıran şaşılığım

Ve sıkı sıkıya sarılmak zorunda olduğum-ki aksi ÖLÜM’dür-

- Ahlak çekirdektir oğlum. Sanılmasın ki oğlunu gizlemeyen baba

Devletini gizler”

Ezberimle

Yolu seyretmeyen gözlerine şaşarken

Geçen sene alelacele sıraladığın:

Öğrenmişlerin garanticiliği

Kararların ve beklentilerin

Yani sebebi yalnızlığımın

Çıkmaz sokağın

Sokakta

Seni bekleyen

Balkonunda

Karşı kaldırımda

Ayacıkların olmuş yürürken

Sahi

Neden bu çıkmaz sokakta

Ayacıkların.

Şaşarken ben

Gözlerin.

çok ürkek.

görmüyor sokağı.

seviniyorum.

Şaşıracaksın diye.

Ürkek gözlerime.


01.02.09

ışığa yürürken geride kalan karanlık

Yarım kalmış
Bir hikaye gibi
Kabullenmeler, seneler süren susuşlar
Hayata…
.
Bir gün
Herkes gibi mücadeleye kalkıştığımda,
Gel
Dediğimde
Bir terminalde biletini aldığın otobüse
Binemeyip
Bir daha da görünmediğinde

Kaybolunmuş
Ya da hiç bulunamamış
Hiç bir sokağın adı akılda hiç kalmamış
koca boş duvarlar
kimilerince bir seçim
ve yakut bir yolculuk olan yaşam…

Şimdi
bir anons
Fi tarihinde kalkan bir otobüsün
Yolda kaçırıldığını ve ancak
Şimdi
Kente gelebildiğini söylemekte

Labirentin
Sonu ışık olarak görülen
Son dönemecinde
Seneler önce beklediğim terminalde
Yapılan bir anonsu duymak.
.
Ne kötü tam da burada
senin o otobüse hiç binemeyişini hatırlamak

Labirentinde gördüğün ışığı
Seni
Küfürlerimi
Tüm kabullenişimi
Hatırlamak
Ve ışığa yürümek …


30.01.09

bir düş. içinde kaybolduğum

Bir düş,

İçinde kaybolduğum.

Yürüyemezken, film seçemezken,

Öğünlerimi bire indirmişken,

Onda da ekmeğin arasında ki peynire küfrederken,

Gidemezken.

Bir düş,

İçinde kaybolduğum.

Takalar geçerken allı yeşilli

Ve “ah” derken o takanın içinde olamadığım için.

Bir düş

Geleceğe maviye ala yeşile ait

Ve umuda.

Sıcacık döşeğini sermiş,

Bekletmekte beni şarap.

İçtikçe, gevşedikçe,

Ve günler geçtikçe

Sarhoşluğun sıcak döşeğinde.

Varolanın gölgesi suratım

Karanlık kelimeler fısıldamakta

Takayla oyalanan yanıma.

Ne geçmiş tükendi, ne yarınlar bilincimin

Hareketsiz bedeni,

İçinde kaybolduğum düş.

Ve fısıldanan gerçekliklerin

Paramparça suratında ki karanlıklar,

Genç memelerinde kaybolamayan

Bu ruhun manisi.

Oysa maniler okumak istedim hep.

Bir maniye dalıp giderken

Keşke yanlız bunun için sevseydim seni

Günlerinde yaşamak,

An’a sahip olmak, memelerinde kaybolmak…

Billurluğunda maniler okumak istedim hep.

Varolanın gölgesi suratımın

Karanlık kelimelerinde .

Yapamayışlarım.

Dün o takada seyrederken hırçın dalgalara,

Hırçın dalgalara.

Naifçe bir yenilgi

Dalgalar karşısında.

Bugün de takalar geçiyor allı yeşilli.

Ve döşeğimde bir düş.

Hala İçinde kaybolduğum.

Ben hep yalnız bunun için sevdim seni

27.01.09

paradoksal sevişmeler

Paradoksal sevişmeler

Acıları,
İçerden içerden acı acı kanamaları,
Yakar adamı.
Sonra kendi yaralarım var adamın.
Onlar da yakar.

Acı ,acıyı tanır mı.
İlk defa gördüğün göze
“Sizi daha önce görmüştüm” dedirten
Bir tanışıklık sığmaz mı küfesine,
Hamal olmuş eskicinin.

Üstlerine ciltler yazılan
Türlü türlü hüzünbaz oruspular.
Acıları Yakar adamı.


Bir tanışıklık,
Bir göz değmesi acıları.

Geçmiş dönemlerde, her gidişlerde,
Değere yapılan her tecavüzden sonra,
Tecavüzcüsüne daha da aşık olmuşun
Gözüne,
Bir gidemeyenin gözünün değmesi.
Tanışıklıkları.

İki korkak iki tedirgin
-Ve bir o kadar da cesur
Ve gidebilmesiyle ünlenmiş yaşam hikayesiyle-
İki delikanlı göz
Tanışıklıkları.

Değerli olmak ve delikanlılık
Yaşamsal zorunluluksa da.
Hüzünbaz orospunun
Rıhtımda kırmızı elbiseli hali ,hani.

Yakar da yakar.
Gidemeyeni.

Delikanlılık ve değerli olmak
Gidememekse de

İki korkak iki tedirgin.
Kalakalırlar gözlerindeki
-a-c-ı- ve –ş-e-y-t-a-n-l-a.


26.01.09

gurbet

Gitmek diye bilirler

Yürümeyi.

Yürürsün

Kuşak kuşak yaşamlar takarak beline.

Hepsi taşlı tokalı çeşit çeşit kuşak

Kimi sıcacık renkleriyle anne güzelliği verir sana

Kimi soluktur ilk sevgiliyi hatırlatır.

Yürürsün.

Dün, bugün, yarın.

Dün

Aslında senden gitmiyorum.

26.01.09

güncesi boşluğunun

Kucağında şimdi.

Memelerinin

heybeti,

Sesinin acısızlığı ile.

Kafası geride

Doyumsuz sevişme gecelerinde.

Ve kucağında işte.

Tümünde boşboşluğunun.

KADIN

Bir kurdela takar.

Dün pervazında oturup

Sokağına baktığı penceresinde gözleri.

Bir kurdela takar

Ağzında Hayatında tek roman yazacağını iddia eden adamın

İnanılmaz cüreti

ve

bitirmiş olmanın inanılmaz özgüveniyle

bir kurdela takar.

Kitabının kabına.

Kaldırır kitabını

Yağmur görmez, su geçirmez heybesine.

-hızlanır adımları

Hep hasretini duyduğu yağmur

Övgüler düzdüğü kocaman rüzgarlar

Ve sen sen sen hepiniz

Hümanizması varoluşunun

Hepiniz için hızlanır

Hızlanır Adımları.

-coşar özgüveni

Islanmışın yağmurdan pervası mı olur?*

Koşar yağmurda delice.

Seninle seninle ve seninle,

Dans etmek ister devriminde.

Koşar yağmurda koşar

Doyumsuz Sevişme gecelerinde

Gecelerinde gündüzünün ıslaklığı,

sever tepindikçe.

-tepinir

Nicelerinin üstünde.

Tepindikçe o

Ve girdikçe her biriniz dibe

Haykırışları acısızlık nöbetlerinde.

-gerinir

Fazla bekletmez bünye

Günceye yeni kelime üretmede.

Bir övgü,bir övgüyle çarpılır

Yağmur olur akar geceye

Günce.

HisSiz

Hiç

Boşluk

Tanımaz.

His

Yağmur

Tanımaz.

Karmaşıklığında günce

-dinlenir

Dinlenir günce.

Demlenir gittikçe.

BOŞLUK.

Sevilir.

Kurdela

Damlamakta

Her gecesinde

Yağmur gören

Islanmamış bölmesinde.

Hiç

Boşluk tanımaz.

Öyle doludur ki mide

bomboşluğunda

İçemez bir damlasını dahi

Kurdelanın bile.

Bir kusmadır

Geçer

Devam eder günce.

Sayfaları

değer yaka yaka ilerlemekte.

Ağzına kadar dolu mide

Gördü ya seni kendi-siz-liğinde.

Gün döner devran döner.

Kadın kendini sever

His

Yağmur

Tanımaz

Emer doyumsuz günce

Günü geldiğinde

Seni de.

ADAM

Kucağında şimdi.

Memelerinin

heybeti,

Sesinin acısızlığı ile.

Kafası geride

Doyumsuz sevişme gecelerinde.


Boşluğunun tümüyle

Her ikisinin de.


14.01.09

emin

emin


sadece çağrının ışıklarına el sallayan*
sağır emin.

elleri balonlu
gözleri uzak
bi tek
kendinden emin

çekiniktir emin
kaldırmaz fazla kafayı
ama yine de takılır arada
tökezler
elini uzatırsın
sever seni emin

gider emin
uçurtmalar uçurur
fırtınalar kavurur
hep kendisidir emin

sadece çağrının ışığına el sallar
sağırdır emin

10.01.09

savaşa çalan beyaz

Savaşa çalan beyaz

bir beyaz güvercin

Tepemde.

Taklaları

Çevirmekte

Kağıdımı maviye.

İstiyorum seni mavi

Dudaklarını ölesiye

Öpmek de.

Ancak bak bir şahin

Senin tepende.

Dayanamıyorum gözüne,

Üzgünüm.

Benim gözüm onu da görmek de.


08.01.09

sanki hiç doğmamışsın gibi

Şen genç kız kahkahaları

Durmuyor

Güldükçe geliyor gülmesi.

İşçi

Kürek sallamakta

Yan binanın giriş katı tamiratında

Gün

Gülistan mevsime inat

Hayret

deniz bile kesmiş salınımını.

Hayat…

Sanki hiç doğmamışsın gibi…


08.01.09

bağrı açık şiir

Şiirler yazıyorum

Bazen de bağrı açık

Şiirler yazıyorum ben de

Kara basan çıplak ayaklı adamın,

Sırtüstü hüznüyle…


08.01.09

y(s)akin

Nasıl yakın şimdi.

Bulutların ardından

İçinden geçmediğim sokağın

Hayalet çekinikliğinde ki suratlı

-Derman apartmanında ki beş numaralı- sakini.


08.01.09

kelime

kelime

Sıkıştırılmış güncenin

Sıkıştırılmış beyniyle

Övgüler düzmekte gelişmeye.

İsyanı: sonu gelmez günceye.

Ve bilmekde:

Sonu gelmez yolculuğu ,

Sönmekte.

Sönmekte, sona endeksli girişlerin

Kirişinin zenginliğinde.

Gelişmenin mübahlığı zenginliği:

Girdiğiniz her kelime de,

Son kelime hevesiniz de.

Sönmekte ve sönsün de

Hiçbir son değmez

Doğru bir tek kelimeye,

Daha iyi yenilmeye…


08.01.09

nevin

nevin

Nasıl seviyorum kovalamayı

Yanımda yöremde kelimeler

Sokaklar ıslakken

Çağrışımlardan kentler kurmak

Kuşun kanadından

Camdan bakan nevine ulaşmak.

Nasıl yakışıyor bembeyaz gölün

Bembeyaz gökyüzüne

Tek başına avlanmaya çalışan martı

Ve gökyüzü ne kadar umutlu

Camdan bakan nevin için.


08.01.09

oluyor bazen

Oluyor bazen,

Yenilgi günlükleri döşenmek istiyorum hayata.

-Issız uzayın küçük boşlukları hayatımın

Can damarını tıkanık sandığım zamanlar-

Oluyor bazen.

Sana kızdığım da.

“Olmaya gidilirken ki renk

Anlamı olurken boşluğun.

Karanlıkta oynanan entity

Her nefeste bir renk keşfettirirken

Kendimizden,

Her bireyin her aşkın ve herkesin

Kendi kaderine tayin hakkına inanıp

Zıvanayı normallerine attığımızda ki

Değerliliğimizde;

Yargıcı, intikamcısıydık

(Ne çok çürükten, ellerimizle ayıkladığımız

Dirilik, bereket ve onur kokulu

Muşmulalar.dan ibaret suratımızla)

Değerlerimizin.

Ve sen ne güzel kimsesizdin feride.”

Geyikli gece sevdası gecelerinde

Esrarımın keşfindeyken sen,

Gidemeyeceğimi bildiğim

-senden benden herkesten-

Ağlamalarımdayken ,

Senin sevgindeyken ben.

Saklı rengin feride.

Ve O rengin büyüsünde.

"Lades. Bile bile.

bir cigara yakıyorum

Yakıyorum da kaldıramıyorum kafamı yalnızlığımdan.

Sonra boş uzun bir yol

Renkleri solarken çatının

Ve her nefes, tüketimken artık.

Gitmek, varoluşçunun mayası.

İlk dersi ebeliğin

-Bir bebeğin poposuna atılan bir şaplak.-

varlık muhasebesi.

Gökyüzümde ki ebemkuşağının

-rengârenk soluksuzluğunun-

Renklerini kuşanıp,

Kuşaksızlığı erdem sayıp;

Sokakta paltosunu açıp

Herkese çükünü gösteren adam

Cüretinde bulduğun kurtuluş.

şimdi gökyüzümde ki karanlık.

Mayamda ararken çözümü

Önce baba, dedi “sonsuz döngü”.

Mevzuu basitti, ama isyandı.

Hiç unutamadığım derin acım oldu. sonra.

Yakarak giderek gitmenin simgesi olacak

Babamı yıktığım yumruk.

Başı önde yeniği, görerek öğrendiğim o gün

Sonsuz döngüsü hayatımın.

Sonrası boş uzun bir yol

Yollarda

Boyunduruktan kurtulurken

Herkesin yaşam enerjisi dediği şeyi bulduğu yer

Yakılan yıkılan onca değer.

Söylesen

şimdi kendine ait iyilerini kötülerini

olsan

kendi yasanın intikamcısı

“ne gam.

Giden de o yüzden gitmiştir zaten”.

Bazen kızıyorum sana

Issız uzayın küçücük boşluğuyken,

Tıkandığım zamanlarda.

Sonra bi cigara daha yakıyorum

Üflüyorum normallerinin üstüne

Geçiyor.

Ebem başköşemde

Ebemkuşağı bilmem hangi gökyüzünde.

05.01.09

oluyor bazen. vol:sonsuz dönüş

Oluyor bazen,

Yenilgi günlükleri döşenmek istiyorum hayata.

-Issız uzayın küçük boşlukları hayatımın

Can damarını tıkanık sandığım zamanlar-

Oluyor bazen.

Sana kızdığım da.

Gökyüzümde ki ebemkuşağının

-rengârenk soluksuzluğunun-

Renklerini kuşanıp

Kuşaksızlığı erdem sayıp

Sokakta paltosunu açıp

Herkese çükünü gösteren adam

Cüretinde bulduğu kurtuluş

şimdi gökyüzümde ki karanlık.

bir cigara yakıyorum

Yakıyorum da kaldıramıyorum kafamı yalnızlığımdan.

...

İlk dersi ebeliğin

-Bir bebeğin poposuna atılan bir şaplak.-

varlık muhasebesi.

“Olmaya gidilirken ki renk

Anlamı olurken boşluğun

Karanlıkta oynanan entity*

Her nefeste bir renk keşfettirirken

Kendimizden

Her bireyin her aşkın ve herkesin

Kendi kaderine tayin hakkına inanıp

Zıvanayı normallerine attığımızda ki

Değerliliğimizde;

Yargıcı, intikamcısıydık

(Ne çok çürükten, ellerimizle ayıkladığımız

Dirilik, bereket ve onur kokulu

Muşmulalar.dan ibaret suratımızla)

Değerlerimizin.

Ve sen ne güzel kimsesizdin feride.”

Sonra boş uzun bir yol

Renkleri solarken çatının

Ve her nefes, tüketimken artık.

Gitmek, varoluşçunun mayası.

….

Mayamda ararken çözümü

Önce baba, dedi “sonsuz döngü”.

Basit bir mevzuydu ama isyandı.

Hiç unutamadığım derin acım oldu. sonra.

Yakarak giderek gitmenin simgesi olacak

Babamı yıktığım yumruk.

“Başı önde yeniği, görerek öğrendiğim o gün

Geyikli gece sevdasının entity gecelerinde

Esrarımın keşfindeyken sen

Gidemeyeceğimi bildiğim

-senden benden herkesten-

Ağlamalarımdayken ,

Senin sevgindeyken ben.

Saklı rengin feride.

Ve O rengin büyüsünde.

Lades. Bile bile.”

Başı önde yeniği, görerek öğrendiğim o gün

Sonsuz döngüsü hayatımın.

Sonrası boş uzun bir yol

Yollarda

Boyunduruktan kurtulurken

Herkesin yaşam enerjisi dediği şeyi bulduğu yer

Yakılan yıkılan onca değer.

Söylesen

şimdi kendine ait iyilerini kötülerini

olsan

kendi yasanın intikamcısı

“ne gam.

Giden de o yüzden gitmiştir zaten”.

Bazen kızıyorum sana

Issız uzayın küçücük boşluğuyken,

Tıkandığım zamanlarda.

Sonra bi cigara daha yakıyorum

Üflüyorum normallerinin üstüne

Geçiyor.

Ebem başköşemde

Ebemkuşağı bilmem hangi gökyüzünde.

05.01.09

beyin özrü

BEYİN ÖZRÜ

Şu yaşayış farklarına bak mesela. Sen gidip kocana, seninle benim aramızda bişey olup olmadığına dair fikirlerden birini seçip, kavga ediyor olacaksın. herşeyin çok arkadaşça olabileceğinin mantığını anlatacaksın ona. Aramızda bir şey yok, olmaz da diyeceksin.ve buna ikna etmeye çalışacaksın kocanı. Sanki onun bu durumun gerçekten böyle olduğunu bilmekten çok mutlu olacağını bilmezmiş gibi.

Yani aslında kendine de sormadığın bir sorunun, başkası tarafından sana sorulmasındandır belki oluşan bu katlanamadığın durum.

Ağzımda acı bir tebessüm duruyorum bense. Üstelik bu sefer konunun içinde ben de varım diyorum. Tebessüm suratımı kaplıyor.

Kontrollü değilim. Her şey haricimde gibi. Seni kontrol edemiyorum- ki kocanla içinde adımın geçtiği kavgalar ediyorsun-, kendimi kontrol edemiyorum-ki yapayanlız ve bomboşluk durumundayım-.çevreyi kontrol edemiyorum –ki herkes fili tarifler gibi bir taraflarından tutmuş yorum yapmakta-. Kontrolsüzüm,çıkışsızım yani. Çıkışsızlık ,bu yaşa kadar hep bir çıkış yaratmış olan birinin glup glup yapması durumu yani.

Kocanla kavga ediyor,araba bakıyor, arada beni düşünüyorsun sen. Neyin ne olduğunu bilmek istemezmişsin gibi sanki. bir dramın daha şaşkın seyircisi olmaya hazır gibisin yine tüm iplerin sende olduğunu düşünerek. Müdahalesizsin, küçük prensin notunu beklemedesin, ne diyeceğini nerde duracağını bilmezmiş gibi. Ya da bu safi zarar yüklü arkadaşlık kamyonunu benim boşaltmamı istiyorsun Senin de bilmediğin bir kuytuya.

İpler senin elinde ve her şey çok da olması gerektiği gibi aslında. Olması gereken muhabbetleri edebildiğin bir arkadaşın, seni dinleyen iyi biri var yanında. Kimsenin yapmadığı kurmadığı arkadaşlıkları kuruyorsun ve insanların rahatsız olmasından yakınıyorsun sadece. De. Daha yenice kocana benimle çay içmeye gittiğini söyleyip söylememekte ki kararsızlığın ve söylemenin sonucunda ki kararlılığın arasında ki her şey, de bu kadar normal ve olması gerektiği gibi mi yani. Ya da hayatta görünen görünmeyen bir sürü riski içinde barındıran bu güzel arkadaşçılık oyununun nelere rağmen oynandığının farkında mısın ki.

Günü kotarıyor araba bakıyorsun yine. Aklının bir tarafında da Cumartesi alacağın not. Bir de palio’lara bak istersenJ

Ve sana sordukların hemen aynılarını kendime soran ben. Göze aldığımın nelere malolacağı gündemini sıfırlamış başı dönmüş, ve duruma tanımlama getiremeyen bir ben. Nereye elimi atsam, orda bir deniz kestanesi bekliyor oluyor beni de. Dikensiz bir hayat değil istediğim,sadece dikenlerin sonunu görebildiğim bir hayat. Bu anlamda da çıkışsızım yine. Gidecek bir yerim, tutup yükselebileceğim bir dalım yok tanımsızlığımdan kaynaklı. Bir tanım gerek bana belki bilmediğim belki de unuttuğum bir tanım. Beni burdan çıkaracak bir tanım.

Ve aslında Artık bir tanım bulmuş hissediyorum kendime. Tutunup yukarı çıkmamı sağlayacak dalın ucundaki bir deniz kestanesi tanımı bu. Çıkacağım ve kestanenin dikenlerini seveceğim bundan böyle ki hayatta. Zeytinyağı sürmeyeceğim elime, ki dikenim hep korusun beni diye.

Neyse dedim ya bir çıkışım var artık. “küçük prens” ve benim çok “şeker” bir arkadaşım. Onlara tutunacağım ve çıkacağım bu dehlizimden.sonra onları,onların da tahmin ettikleri üzere eski yerlerine geri koyacağım binbir teşekkürle. Zeytinyağı sürmeyeceğim ellerime, şekerimin dikeni kalıp gidecek benimle bir kulak küpesi tadıyla.

“küçük prens” i seçtim çünkü herşeyi orda anlatabilirim. Her durumu bir evcilleştirme kavramına sokmak benim için kontolü de ele almak anlamında çok güzel bir ilk adım olacaktı. Seçtim prensimi ve tanımlattım ona kendimi.

“-insan yanlızca evcilleştirdiği şeyleri tanıyabilir”.

Bu bir güzel arkadaşlıksa -ki aksi yönde hiçbir beyan duymadım,söylemedim-, ve yükseldiği yer de kendini tanıma,tanıtma meselesiyse küçük prens buna bir tanım koymuştu işte. Insan yanlızca evcilleştirdiği şeyleri tanıyabilir.Bu anlamda işler hayli kolaylaşmıştı işte. Ya evcilleştirilecek bir arkadaşlık ya da evcilleştirilemeyecek.

Her şeyi bu derece kıstırmışken bir yardım daha gerekliydi küçük prensten ve tahmin edilebileceği üzre hiç de gecikmedi bu yardım çağrıma verdiği cevabı:

“- insan, evcilleştirdiği şeyden daima sorumludur”

ve

“sen benim için hala diğer yüzbin çocuktan birisin yanlızca. Ve benim sana ihtiyacım yok. Senin de bana ihtiyacın yok. Ben senin için diğer yüzbin tilkiden biriyim. Ama eğerbeni evcilleştirirsen, birbirimize ihtiyacımız olur. Benim için dünya da eşsiz olursun. Ben de senin için dünya da eşsiz olurum”

artık herşey çok netti. Dünya da eşsiz olacak ve daima sorumlu olunacak bir arkadaşlık olmayacak bu durum herhangi bir boyutuyla. Ve bu bakışın haricinde ki her yaklaşım da ,sadece bir sanrıdan ibaret olacak ;sadece hata ve günahlardan beslenen ve elde patlaması kesin olan bir dinamite dönüşecektir. Bu durumda yapılabilecek tek şeyi yaptım ve bu metinlerin yazılı olduğu küçük prens notunu küçük prens kitabıyla birlikte senin alman üzere hastaneye koydum. Ama çok şanssızdım, ne küçük prens ne de not ulaşmamıştı sana. Şanssızlık sorgulamaları da beraberinde getirir bilirsin. Yine bir sürü soru geldi beynime şimdi ne yapmam gerktiğine dair.yine bir çıkış noktası aradım kendime ve “küçük prens”in telif hakkı sahibi güzel şeker girdi devreye.

“sen daha emin değilsin, çıkmanın başdöndürücü kokusunu hayal etmişsin, içine çekmemişsin. Az daha soluklan doldur içini” dedi.

Işte yine bulmuştum çıkışımı. Birisinin bana durumu bu kadar açık biçimde söylemesi gerekiyordu işte. Vaktinde çok iyi bildiğimi düşündüğüm sonra zamanla unutmuş olduğum bu durumun birisi tarafından bana hatırlatması gerekiyormuş yani. Ve bu birisi de şeker oldu işte. Ve bu yüzden seçtim zaten şekeri.

Söyledi rahatladım. Başdöndürtücü kokumun tarifi imiş meğersem bir türlü yapamadığım tanım. yine en korunaklı ve dokun(durt)madığım yerlerimden yemiştim yani darbeyi. Dokunmazsan tanıyamazsın, tanıyamazsan kaybolursun. Ne de çabuk unutuvermişim meğer. Artık en azından küçük prensimin ulaşmamasında ki anlam da göstermişti kendini. Sadece doğrular kotarmaya yemez hayatı, yanlışlarımızın da anlamını bilmeliyiz ki doğruyu niye yaptığımızı bilelim. Yapamazsak en doğrularımız yıkacaktır bizi bir gün yine daha derinden.

Söyledi rahatladım. Vazgeçtim “evcilleştiremem” notunu sana vermekten. soluklanmak istedim. bir soluklanma kahvesi içmek istedim “şeker”siz. -Biliyordum orada orta şekerli deyince şekersiz kahve getirdiklerini. bu yüzden çektim kahvenin şekerine dikkati-. ısrar ettim gelmen için. Kahve şekersizdi evet. Daha bir soluklandım. Daha bir çok şey biliyorum yani artık hakkında. Derin nefes alışlarım da oldu. Bugün daha bir gözüne baktım yani. az daha soluklandım yani şekersiz kahvenin eşliğinde.

Doldurmadım ama içimi. etmedim bana batan ilk dikeni inkar. Küçük prensimi hemen hatırladım “insan, evcilleştirdiği şeyden daima sorumludur”. Sadece çıkmanın baş döndürtücü kokusunun tarifini yaptım. Sadece soluklandım, yüzüne baktım. İçimi doldurmadım ama. şekerimin bana hatırlattığı şey sadece kendini bilmekle alakalıydı çünkü. O benim yanılsamalarla yorgan yakmamı hiç istemez çünkü bilirim. Bu anlamda gittim soluklandım ve döndüm içimdeki sıcaklığıma. Gördüm dışarıda da güller var ama benim gülümün dünyada eşi benzeri yok. “Evet, yoldan geçen biri, benim gülümün sizlere benzediğini sanabilir. Ama benim gülüm tek başına tümünüzden daha değerlidir,çünkü onu suladım. Çünkü onu rüzgardan korumak için kavanozun altına sakladım. Çünkü onun tırtıllarını öldüren benim. Çünkü o, yakınmalarını, övünmelerini, hatta kimi zaman suskunluğunu dinlediğim çiçektir. Çünkü benim gülümdür o.”

“gülüne harcadığın zaman yüzünden gülünün değeri arttı”

gülüme daha bir emek harcamalıyım yani şimdi. Her zamankinden daha anlamlı kılınmalı, onun tekliğinin bir kez daha öğrenilmesi. O gittiğinde yaşama sevincimin de kaybolmasının anlamı bir kez daha anlaşılmadı mı yani şimdi. Küçük prens unutmamak için yineledi: “gülümden sorumluyum”. Ve hatırladım “oysa aradığım şey tek bir gülde fazlasıyla mevcuttu”. tek bir bahçede yetiştireceğim beşbin gülde aradığım şeyin olmadığı da çok açıktı.

“ama gözler kördür, insan yüreğiyle aramalı” dedi küçük prens. Ve yüreğiyle aradığın eksikliğinde yeri doldurulamayacak olandan başkası da olamazdı.

İşte böyle sona erdi baş döndürücü koku ve soluklanma ve yüreğinin aradığının yeniden keşfi öyküsü de benim için. En derinden çıkışında öyküsü denilebilecek sertlikte yaşanılan, başdönmesinden. çok taraflı bir mektup formatında olmalıydı dolayısıyla bu durumun tarifinin öyküsü de. Bu anlamda önce küçük prensin canını vermek pahasına yanına gitmek istediği ve dolayısıyla benim için de aynı anlamlarda olan gülüme yazdım bu mektubu gözü göremez yüreğiyle anlasın beni diye. Ve sonra başdöndürtücü kokunun sahibine yazdım bu mektubu : farketsin “aradığı göz, içinde ki gözdür” diye. ve son olarak şekerime yazdım bu mektubu çünkü bilirim bu naziklikte bir yararlanmanın yarattığı güzel bir tebessüm var şekerimin suratında.

Ve küçük prens, geceleri gökyüzüne bakmak çok hoş oluyor. bütün yıldızlar çiçek açıyor senin suretinle

demek için yazdım bu öyküyü.

Ve bir özür herkesten. bunca sıkıntıya katlanmak zorunda kaldıkları için, sadece benim bencilce yol arayışımın yarattığı kelebek etkisinin mağdurları oldukları için.

Hangi yarın vardır ki bir kelebeğin uçuşundan etkilenmeyen. Bir kelebek uçtu yanı başından. Kafanı çevirip bakmak istedin gayri ihtiyari. Gözün takılıp kaldı. düşünmedin onun kanat çırpışının hayatına etkisini. Kala kaldı gözlerin, kanat çırparken sahip olduğu gözlerinde kelebeğin. kafanı çevirdin aslında defalarca, ama o kelebek ve gözleri takılmamalıydı bir kez gözlere,hemen aranılan göz olduğu hissi uyandırıverirdi içerde. kafa durdurulamazdı yerinde, önüne bakarken de yanda kelebeğin uçtuğu sanrısı girmiş olurdu bir kere beyine ve git gel beyin böyle oluşurdu işte. ama biliyorsun unutmuştun “aradığın göz, içinde ki gözdür”.

İşte bu yüzden sırf bu yüzden sundum sana kelebeğin gözlerini, nereden ve nasıl bir derin yerden baktığını. o kanat çırpan ve kanatlarında ki her bir beneğin anlamını bilmek gayretinde olan ve bir günlük ömrü olduğunu bildiğinden bala yapışmaktan geri durmayacak olan bir kelebek. Bu cesurluk ya da olması gerekenin, hayattaki yansımasının bir etkisi yani sadece. Aldanmamak ve onun ölümlülüğüne üzülmek gerekir kanatlarımızda ki beneklerimizi farkederken. Kendi beneklerimizle nereye nasıl gidebileceğimizi farkederken. bu anlamda başdöndürücü salvoların sahibi kelebeğin gözlerini vermek istedim sana bir özür mahiyetinde. kapılıp da yok olmasını istemedim ayların en sonuncusunun da.15 inde biten bir ay daha olsun istemedim hayatında. ödenmemiş borçların her ayın 15 inde o ayı bitirip yeni aya bakmayı zorunlu kıldığı durumlar gibi olsun istemedim. kendi adıma borçlarımı bitirmiş olduğumu ve gelecek aya borçsuz gireceğimi düşünürken senin adına da bu ayın bitmesini istemedim dolayısıyla. Ayların en sonuncusunun bitmesi diğer ayların bitmesine benzemez çünkü bilirim. küçücük yüreğinin çırpıntılarını hissettiğimi bildiğim bir ayın,henüz 15 inde bitip gitmesine ve sonluğunun yüceliğinin farkında olmamasına dayanamadım. Sundum kelebeğimin gözlerini sana. Sadece yeni yılının hakkını verebilesin diye. son ay, son aylığını yaşasın diye istediğince.

“Evinden yenice çıkmış, tüm varlığı benekleri olan, ne yapacağını bilmez bomboş uçan bir kelebek işte” idi hayatın tek tanımlanışı. Anlamlarına döndü beneklerine baktı kelebek uçarken. Çok gerilerinde kalmış neredeyse rengini soldurmak üzere olduğunu noktasını gördü sonra ve onu bu hale getirmesinde ki haksızlığı gördü yeniden. Anlamını iade etmeli, parlatmalıydı beneğini bu bomboş uçuşunda en azından. Yokladı bir kez daha beneğini, yerinde duruyor muydu diye. Evet benek benekliğinden bir şey kaybetmemişti ben onu görmüyorum diye. O kendi ateşinde kavrulmaya devam etmekteydi yaşam denilen dehlizinde. Sadece benim üzerimde ki hali sönmeye yüz tutmuştu. Parlatmak istedim beneğimi; boşluğuma bir anlam versin, belirlesin çırpınışlarımın yönünü diye. Hemen parladı, ışığına gitmemi sağladı beneğim. soluklanmamı,tanımımı yapmamı sağladı kendi koruyla. Ve gülümün benim için ne kadar özel olduğunu hatırlattı küçük prensimizin de katkılarıyla. Dolayısıyla en büyük özürlerimden birisinin sahibi oldu bomboş uçuşumla yerini değiştirtirdiğimden dolayı. Ve bunu ondan izinsiz yapmamın vicdanıyla. Ama tekrar yazmakta fayda görüyorum

“bilirim bu naziklikte bir yararlanmanın yarattığı güzel bir tebessüm var şekerimin suratında”

ve yine dolayısıyla bu hikaye en çok da şekerime yazılmış bir hikaye olmaktadır iadeyi itibar yapabileceği umuduyla.

Ve son. Uçup giden ve arkasından sadece bakakalınan bir kelebeğe bakana. Gezegenimde yapayanlız kalakalan çiçeğe. Hepsi evet belki de hepsi sana ve senden olacak çocuğuma duyulan bir özlemdendi biricik sevgilim benim. Uçtum,uçtum başı boş bir şekilde ve bir bağ aradım kendime gaipten. Yeni güller, değişik gezegenler gördüm senden çok uzakta. Dönüp arkama bakamadım gitmem gereken yolun bitmesi gerektiği inancıyla. Bu gidişin ve dönüp bakamamamın mağduru sen biricik gülüm benim. en büyük özür sana tabii ki. özür dilerim tüm yaşattıklarım için ve teşekkür ederim yanına gelmeme gülümü hep sevmeme eşsiz anlayışınla izin verdiğin için. Özlemlerimin farkına vardım, yüreğimin sesini duyabildim sayende.eşsizliğini yeniden farkettim, diğer bütün güllerden farkını yeniden yazabildim daha doğru kelimlerle. seni ve çocuğumu tek anlam kıldım yani yeniden ve tüm benliğimle ve tüm eşsiz anlayışınla.

...

bir özür yani bu hikaye, tüm adı geçenlere. gözle değil yüreğiyle göreceklere...

bir özür yani

bir beyin özrü

...

2006

gölün gösterdikleri

Gölün gösterdikleri

Gözüm kara görmez dibimdeki parlaklığı.

Sırtımda iradesizliğin saldırgan kumaşından yapılma ceketim

Oturuyorum bir göl kenarında.

hayatın güzelliği cıvıltıları hala kulağımda,

Sırtımda ceketim oturuyorum bir bankın ucunda.

Bir yıkıntı: gölün bana gösterdiği.

Savaş, intikam, yenilgi.

Kaybedişin tüm resmi argümanları.

Ve yoksun diye haykıran

Egemen varlık zaferlerinin ortasında,

Gözyaşı kurumuş sessiz bakan bir çocuğun Kumaşından

sırtı ceketli bir resim

Gölün bana gösterdiği.

Oysa yenilirken ve yenildiğinde

Hatırladığın ve bildiğin dünya

İşte hala aynı dünya.

Gölde yıkanmaktan bıkmayan

-Ne yapsın adı kara- karabatak da,

Arkamda -babasından habersiz-babasıyla oynaşan çocuk da.

“amca dese, gir içeri” beklentisinde

hayatın güzelliği cıvıltıları kulağımda.

Sırtımda ceketim oturuyorum bir bankın ucunda

Gözüm kara ve gittikçe kararıyor...

Uzanmak istiyorum banka

Ceket; ağır geliyor bu sıcakta.

İntikam hırs aşk ve savaşkanlık

Yeminler yeminler yeminler…

Öğrenilmişliği kazanma ve varolmanın

Bitişik egemenliğini.

Gözüm kara ve gittikçe kararmakta.

Ağır geliyor sözlerimin anlamı.

Göl bir resim gösteriyor bana,

Uzanıyorum banka.

Sıcaktan giymediğim ceketi , Üşümeyeyim diye

Üstüme örtüyorum.

...

Kendinden nefretin, aşkla kılıç muharebesi

Hayat ve hayata isyanın varoluşcu pratiği.

Ve bir ölüm.

Düşman,

Hiç olamadığı kadar kendisi

Ve hep nefret ettiği kadar.

Sıcak duşun altında saatlerce ağlayanın

Yarım saat sonra buz gibi suda kendisine gelmesi.

Ve bir silkiniş,bir isyan,bir nefret.

Ve gözün kısılmışlığında görülen kinin

İnsanın yine ta kendisi olduğu gerçeği,

Bu cengin yapıtaşları.

Düşman

Gözbebeğinde parlayan o bebeğin,

-O yokedici ve görkemli bebeğin-

Aşkın kalıcı izi olmuş olduğu gerçeğinin,

Katlanılmazlığı.

Ve katlanılmazlığı aşkı bu hale getiren bedenin

Varoluşunu aşkla tanımlayan bu ruhla bütünleşemeyeceği gerçeğinin.

Düşman hiç olamadığı kadar kendisi.

kurulsun cenk meydanı

Bir müzik: hem gölgeyi hem dansı ve hem de kızılı anlatan

Gözalıcı bir yokoluş

Bir görkemli veda

Hakediyor kaybeden

Düşmanın gözünün içine bakıyorlar

Her iki gözde kısık ve kazanacağından emin.

Başlasın müzik...

Kendinden nefretin, aşkla kılıç muharebesi

İki tarafta kendisiyle mücadelenin sonunda.

Saflar net, kılıçlar keskin.

kılıçları incelten:

Aşk ve Karanlıkta gölgelerin dansı.

Kendinden nefret.

nefretlik bir benin, yaşamın ucuna yolculuğu.

Ve dans.gölgelerle

Düşmanın gözbebeğinde her ikisi de

Gördükleri yokedici ve gözalıcı bir bebek.

Varoloşa yüklenen anlamın

Gözüne değen o iz.

Çakmak çakmak çakan

Yokedici ve gözalıcı

O yiten aşk.

Aşkı öldürmeye çalışıyor her ikisi de.

Her ikiside bir gözbebeğine çekiyor kılıcını

Sanıları ve İstedikleri :

“o gözbebeğinde ki

O bebeğin yapabilecekleri;

şeytanın ta kendisi olduğunu

ispatlamış olma savaşı,

bir kurtuluş savaşı.”

Gerçekten uzak, gerçeğe isyan

Bir dans

Aşkla tanımlanmış varoluşların

Aşkı öldürme hıncı gözbebeklerinde ki şeytan.

Hiç bir aşığın gözünde bir gün daha

Yaşamaması gereken o iz.:

Katlanılamaz yenilgisi varoluşun.

Cervantesin aşkı bu

Bir aşkla varoluşun

Sahte aşkla savaşı.

Bir “Aşk için ölmeli aşk o zaman aşk” diyenin

Ancak Bir varoluşçuda görülebilecek Gerçek Onur savaşı.

Ve katlanılamaz gözüne şeytan girmiş bir aşka bir gün daha.

Dans devam edecek ve

bir boşluk kaplayacak gökyüzünü

Gözler kısıldıkça artan ellerinin parlaklığıyla

Kılıç savuruyorlar birbirlerine.

Gördükleri parlaklığı yok etmek istiyorlar artan hınçlarıyla

Kılıç savuruyorlar birbirlerine.

Cervantesin olmayan yılgınlığıyla,

Tutunmayanın evet isyanıyla.

Kılıç savuruyorlar birbirlerine

Biliyorlar aşk ölecek

ve varoluş ta.

Gözalıcı bir yokoluş

Bir görkemli veda

Hakediyor kaybeden

Gerçekten uzak, gerçeğe isyan

Bir dans

Kılıçlar salınıyor havada

Müzik görkem ve karanlık tam kıvamında

Kılıçlar sallanıyor havada

Aşk ve aşık ve maşuk

Hepsi burada

...

Toparlanıyorum kalkamadığım bankta

Bir sigara yakıyorum.

Ceketi katlayıp yanıma oturtuyorum

Çocuk hala çocuk

Ve karabatak sanki hiç suda değilmiş gibi

Suya dalmaya devam ediyor hala.

Ceketi bankta unutuyorum

Ağzımda sigara

Boşluğa yürüyorum.

...


kasım 08

boşluk

Ters orantı

Bir düşman içimdeki
Öç almak gereken

Bitmek bilmeyen normalin tam göbeğindeyken
Ve fırtınalar eserken içimde
Beden gücümün sonundaymışım gibi hissettiren
normalin göbeğini övme nöbetlerinde.
……..

ben sıktıkça avucumda küçülen taş,
sıradanlığa, insani olmayana.
Beynimden avucuma akan kan:
gücüm. :
Küçülmesi insani olmayanın.

bir ters orantı
taşın küçülmesi ve isyanımın aşkla
tüm vücuduma hükmetmesi arasında ki.

İlk taşı atmak zordur derler
Taşın attıkça avuçta küçüldüğünü bildiklerinden değil oysa
O taşı atacak gücü göze alamayışlarından.

Taşı avucunuzda küçülttüğünüz
Taş atmayı normalleştirdiğinizde; korkusuzlaşmanız ve bu gücünüz,
Büyütür sizi

Kendi değerleriniz kendi yargılarınız sarar bedeninizi
Ve bedeniniz bu değerleri korumaya zaten muktedirdir

Bilmezsiniz bu gücün nerelerden geldiğini
Hangi durumlardan beslendiğini ve öğrenirsiniz
İçinizdeki gücü.: Size aşkı dayattığında
Aşkın ve isyanın beyni sarmalayışı
Ve bu güçtekinin, bu gücün bitebileceğini aklının ucuna getirmemesi.

Konuşulan sadece aşkın sürdürülebilirliği ve yeninin, avuçlarımızda kurulacak yeninin
Nasıl özgürleştirici olduğudur.
……

ben sıkıldıkça beynimde büyüyen taş
taşlaşan bir beynin vazgeçemediği bir sıradanlık şimdi.
İsyan ve aşkla bezenen bir hayalin
Vazgeçilmez büyüsünün ve bir büyüyüşün simgesi bir taş.

Sıradanlığı beynimi taşlaştıran.

kendi yabancılaşmasında,
adı konulmamış bunalımların yarattığı yıkıcılıkta,
kendi güçsüzlüğüne şaşmakta insan.
Ve birbirinin aynı günlerin, değişe döne giden bunalımlarında.

Bir ters orantı
Güven özgüven
Nefret aşk
Bir ince çizgi ve bunların kökeni:

fenerin tutulduğu yer

Ve bu bir öfke patlaması yaratan,
Öç almak gerektir denilenin
Neden öç almadan yapılamayacağının tarifi belki.

03.01.09

sandık

dumanı tüten dağların bembeyaz kıldığı göl,
yağmurda kuyruğu titreyen kedi,
sandığım,annem.
Bu sabah ki gerinmemin günaydınları.

Uzakta, ötede bir sabah
Apartmanınım kenarına tutunmuş
Yağmurda kuyruğu titreyen bir kedi
Sanki o da öteki.

senin adın kalabalıklarla anılırdı da
Sen her kalabalığın annesi olurdun ya anne
Sanki buradasın şimdi yine
Kendini sever gibisin bu kediyi sevişimde
Bunca doğurganlığın, bu yalnızlığında mıydı anne
Ben niye şimdi seni seviyorum ki?

Ağırlığımdaki karanlıkta, yani evimde
Ne kadar anne olsam o kadar artan özlemine, annesizliğime
Başkalarına vermekten kendime kalmayan güç
Yorumu getirmiştim yıllar önce.
Oysa şimdi daha güçlü değilim
sadece sen daha fazlasın anne.

Her sana benzediğimde benden kaçan
Her kendimde, uzakta aradığımda benliğimi saran
Dumanı tüten dağların rengini alan göl
Ve bir denge.

Her kalabalığın annesi
Her uzağın seyyahı,
her fırtınanın sakınak özlemcisi
yağmurda kuyruğu titreyen bir kedi.

Hafifledikçe yakınım sana,
Benzediğime değilse de
Sandığıma.

03.01.09

şimdi git

Dinlemek istemiyorum söylediklerini, çık odamdan…

Dinlersem anlamış olurum diyedir korkum.

Anlamak istemiyorum artık.

Bir küfrün ta kendisi suratım.

Çık odamdan,benden…

Evet haklılığındır korkum.

Anlarsam gidemeyecek olmam,

ikna oluşumda ki mağlubiyet olacak şimdi.

Git şimdi, hemen şimdi

Sana mağlubiyettir mağlubiyetlerin en kutsalı bilirim

Mevsim özgürlük mevsimi oysa

Çık odamdan,benden…

Her ne olursa olsun açıklaman,

bilmeni isterim ciğerlerini görmek,böbreğine dokunmak değil istediğim.

Kan bu defa tutacak beni.

Görmeyeceğim böbreğini.

Biliyorum bir delinin hatıra defteri elindeki

Biliyorsun deliliğe övgü zayıf karnım.

Git şimdi,anlamayacağım.

….

03.01.09

varolşçuluk ve hümanizm

Allahın bulunmadığı koyu karanlık

Ağarmayan karanlıkta

Adını bilipde söyleyemediğim,

Kucağımda sarıp sarmalamaktan

Tabutuna veremediğim çocuğun;

Ellerimde büyüyen

Her defasında aydınlık saçan seslenmesinin

Ben olduğunu bilip de

Benim de gidemediğim ölüm.

Sel olup akmakta

Gazze sokaklarında.

Soğuk sular dökünüp sokaklara fırlamak*

Doğa boşluk tanımazgillerin

Ölenle ölünmezlerini;

Çivi çiviyi sökercigillerin

Öfke ve intikam çığlıklarını

Kilometrelerce geride bırakmak

Ağlamak ağlamak isterken

Kendime. Ve ölemezken.

Ölüm

Sel olup akmakta

Gazze sokaklarında.

Sadece bir tek can.

Kıyılamayan.

Giderken yerine koca bir boşluk bırakan

Ölümün

Külden doğum hesaplarına ittiği engin varoluşçunun

Kıymetlisi.

Bilmek zorunda

Aynı ölüm

Sel olup akmakta

Gazze sokaklarında


03.01.09

yeni yıl

bugün yeni yılın ikinci günü
hala umutlu musun?

03.01.09