2 Mayıs 2009 Cumartesi

kabuk

açıldı kapak
asimetrik dizilmiş milyonlarca boncuk misali saçıldı etrafa kelimeler:
renk renk anılar, zıtlığa duyulan hayranlıklar,
ve suçların...

kapandı kapak.
yorgunluk, ölüm vehminde.

zıttan tamlanan yarımın
kesik damarlarından akarken
kan;
kaybolan,
gelmez geri, dikilen damarlardan.
yorgunluk,
ölüm vehminde. geçirilemez harekete.

ekber, gidenin bıraktığı ezbere...

ve birikir kelimeler.
kinin içilir, yaşanır geceleri.
hareket: sizdir,suçdur.
bereket: parlatılmış, rengarenk, kara kelimeler.
...

söküldü dikiş.
kaldı yaşam
bir kabuğun altında...

ve zaman, olamadı ilaç
duygusuz karanlığa.

mayıs

ah ne kadar da umutsuz
kafasında kask, küçümser devasalığında
binlerceyle ifade edilenin karşısında ki
cüce…

ellerini cebine sokup,
ıslık çalarak yürüyemiyor tanıdık hiç kimse.
ve bir teferruat haber. ana haberde:
1 mayıs yine emin ellerde…
birkaç zayiata bakmayın
onlar her zaman “gündem”de…

oysa
toprak patlayacak mayısta,
dünün ambalajlı ve hatta genetiğiyle oynanmış
nice tohumları yaracak toprağı, güneş hasretiyle

ve yaşlılar halay çekecek
doğan bir kız çocuğunun müjdesiyle
bir megafon, bir kırmızı fular hediye edilecek müjdeciye,
şarkılar söylenecek güneşe.

hayat yenilenirken, tohum olup başverenlerce …



ve bir aşık
yeni çıkan çimenlerde,
-dışarıda hayat varmış affet beni sevgilim
derken;

susarmış da cüce;

kafasında kask ,
hayatı satın alırmış iktidar.



taşı delen sürekli korku
taşı kırar da
toprak yarıldığında, başvermiş bir çiçek
sevgiliyi affettirir
mayıs’ta.

korkma!
teferruat sensin…

rüzgar olunmalı

kuytu yalnızlıklar bilirim
sesi kulak yakan rüzgarlardan, sakınmış
sessizlik haykırır rüzgara.

duyulmaz sanır. sağır bilir.
oysa kördür rüzgar,
senin sessizliğinin müziğinde
kapalı gözleri ve şiddetiyle
eser o.
iki rüzgar çarpışsın
yağmur olsun ister gibi…

25 Nisan 2009 Cumartesi

tutku

gittiğinde
------ki bildiğim tek gerçek budur-
adını aşk koyduğum savaş
------ki bildiğim tek ölüm sebebi budur-
tutku’dur.
-----ki bildiğim tek sonsuz budur-


geçmiş zaman bastırmalarımın
geçersizliğine sebeptir, kabulsüzlüğüm.
ve dün
-gürül gürül bir nehir içinde bir adam
nehrin acımasızlığına ve akıntısına karşı;
işkence, insanlık suçudur dirayetindeyken-
teferruat olan
ölüm,
gittiğinde bıraktığın kabulsüzlüğümde
bilinen tek gerçektir bugün.
.
.
.

ve ölmemişse
nehre mani olamayan beden,
sanılmasın güçlüdür
nehri terk ederken.

tutku sonsuzdur çünkü;
ölüm gibi.
ve bitmeyen savaşlar
en çok tutkusuzları öldürür
kirli savaşa kapılıp gidenler gibi…

ve reddedilemez sonsuzluğun çağrısı…
güçsüz bir ağacın nehirde çürüyen kökleri
şiir olur
toprağa, suya, gerçeğe dair.

bilinir suyun kirliliği değildir kabullenilemeyen.

ay dede

kafamı kaldırdığımda gölün üstüne
yakamoz dağıtan bir dede görürdüm
ve torun sevgisini

hüzünlü gözlerinden sevgi fışkırtıp
umutlu masalları balkonuma taşıyan...
...
ve akşamüstü
ölemezdağı kızarırdı
doğanay gözlerime bakardı.
anlardım dedemin hüznünü...

çakal ve kadın

aydınlık , besili bir günde
nan-kör bir uyanıklık yürüten köylünün
karadüşlü gözleri ,
kara kelimelerle örülmüş
sığın-ak-sak kulubesi içinde
kelime kelime idam sehpaları kurar geçmişe.

setsiz sular akar, göz alabildiğine kara.
değer yıkılır, barajlar yıkılır
gözün alabildiği anne çocuk vesaire
değerler yıkılır
sığın-ak-sak kulübe içinde.

davetiyeler basılır matbu,
avının etrafında dönen
ve enerjisiyle nefessizliğine tokluk yaratan
çak-al keskinliğinde.:

“-günahsa gerçek kime ne;
sen de ak, sineğin yağı mahkumiyeti düğününde;
kazanamadığında yıkılsın sevap
bir karadüşte “
.
davetiyeler basılır matbu,
nefessizliğe tokluk derdinde köylü:

“söz birliği etmiş apıçaralarının
çöl kokan kelimelerle emzirdiği
sevgi-li hanım efendi-siz boşluk bilir misiniz?
sek sek, seke seke aşılanan nice ağacı bilir misiniz?
sekiniz adım adım, adınız olsun antsızlığınız
dendi mi hiç size.
e durmayın emsenize.

adım adım sevgili hanım.
her adım bir çocukluk sevgisi
korkmayın lal olası dudağımdan,
kapatma gözler sizinkisi
siz hiç çocukluk ezmediniz değil mi?

kelime kelime şiir olur yaşam,
buldozer olunur, ezilir ezan .

ve rüzgar ve fırtına ve ve çöl ve göl ve sen ve biz ve kan ve ter
hepsi emrinizde
uyanın
sonu yok dibin

durmayın emsenize.
gelsenize önce bize, sonra yavaş yavaş kendinize
kelime kelime”

kadının söylediğidir:
ah ne cesur gözalabildiğine seller sahibi gözleriniz
her rüzgar emrinizde; leşleriniz olmuş, dün gidemedikleriniz.

acır içim ah!
gözün alamadığı suskunluklarda yaşayan,
silemediği büyümüş çocuğuna bakan anneye.
ve gözün varamadığı
iyiyle kötünün birliğinin evinde
öğrenilemeyen barış’a.

ve yolun yarısında
kardeş kazancını mağlubiyet belleyip
belleğinizin siyah noktalarında çıkan yağı
varoluşçuluk belleyip leşleştirdiklerinize ,
göz diktiklerinize.

biliniz
göze alamadığınız dipte anneniz

bir saksı, bir kök
değer her kelimenize.
ölsenize…

ateş böceği

siyah beyaz fotoğrafın yanında ki çentik
cesurluğu suratı,
kuzey kutbu kerterizli gözleri ile
bir reddiye maşuğu
ısınmamışken günlük kuzine sadakalarında
ve
titrek bir gaz lambası ışığı ağzı ile
adım atamezken;

bir ateş böceği
kendi mecburi istikametinde
- sorulmaz yaşadığı ışığı nerden bulduğu-
delice umudu
gelir yapışır
titrek ışıklı camına.
-sormaz ayaksızlığı-

bilinir
bir onurlu kış
bin muhtaciyet doğurur da,
bahar geldiğinde
ışığa yapışırsa bir can
kışı görenin baharı yaşayamacağında değil
ışığın umut adında yaşamasındadır
cesaret

ve doğa dengesini buldurur
mevsim baharken
yaşar ve ölür ateş böcekleri.

ve kış değil bahardır intihar mevsimi.
hak verene.

çocukluk marazlarım

gökyüzü , toprak ,su ve zaman
her zamanki sonsuzluğunda.
sen de.
tarih gibi değişen isminle.

henüz sabah oldu
çimlerin ıslaklığında
varolan sonsuzlukla güreş yapar gibiyim
çocuğun neşesi içinde.

dört nala gelir hemen yanımıza
adını tarih sandıklarım.

ve

sandıklarım açılır.
haksızlıklar içinde nefessiz bir el,
gül arar kendine
muhtaciyet içinde.

bitmez kelimelerim
isimlerinle

gerçek peşinde dudaklarım.
adı muhtaciyet.
aşk gibi,
dün gibi.

çocuk kendi neşesinde

bahar

ne çok baharlar geldi geçti hayatta ki
aç değiliz.
ne çok üşümüşüm ki
ısınmıyor içim.
...

yarı

derenin karşısında durmuş
el uzatırlar kurtulasın diye.
tanrıdan korkarlar,
anlamazlar meydan okutanı.

sen önce diğer yarımı kurtar ey kul.

söyle! kim astı uçurtmamı göklere.

ser den geçme halidir serseri
senin hiç korkmadığın olmadı mı?
o zaman kork
burada kaldı yarın

açlık

ne kaçacak bir yer,
ne kurtarıcı ölüm
yetişir babasının derdine.

aynı mevsimde
insan boyu dalgalarla boğuşur kimileri,
kimi sığda oynaş peşinde.
acı kahve içer kenarda şair,
uçurtmaya bakar hayal gücü çalışır akran.

hamile yine annesi.
isyan doğurmak ister babası.
ikisi de açlık doğurur da
uçurtmaya bakar hala bir akran

5 Nisan 2009 Pazar

migren

bir ağrı ki
kaldıramıyorum başımı
zorla sağ elini kullanmak zorunda kaldığım
solak günlerimin
çocukta migren olmaz ciddiyetinde ki doktorları
ve saçma ağrı kesicileri ile
öğrendiğim çaresizliklerim
ve bundan ders çıkarmayan otorite karşıtı tanı’m
gereği yokmuşsun tanrım.

boşuna aramışım
kırılan narın tanelerinde
gerçek bir ten

ve bir yoklukda bütünleşmek seninle
hangimizi var edebilir ki
ateşin keşfedildiği zamanlarda…

korkunç gürültülerle yıkılacak
eli kırbaçlı büstler!
ve bir nar parçalandığında
etraftaki beyin parçaları yakacak
isyan bilmez doktorlarınızı bile.
işte
o gün geçecek migren

mahcubiyet

çarpık kentlerin

düzayak girilen evlerinde

illegal coşkuyla içilen çay

ve kaybolan kuşlara övgü dizeleri

mahcup bir kazananın vazgeçemeyişiyle

sevişir de

bir çocuk bir kuş uçuramaz göğe

lades

acır ladesim
göze alışların sönerde bir gün
titreyen mumun alevine muhtaç kalırsan
kötü yapar bu seni.

ölemez dağı

suya yansımış yüzü
bir koca dağ:ölemez
ve
hepimizin üstünü bir baba şefkatiyle örtmüş
bulutlar

sır dolu
bir ayna. : su.
gözlerini geri verir bakana.
içinde balıklar yüzer,
kıyısında bir çocuk heyecanlanır
tıpış tıpış yüzen maceracılarla.
engin düş
dünyası
bir çocuk
sureti
suyun
dip kuvveti.

ve suya yansımış bir yüz
bir koca dağ: ölemez
sureti : bulanık,
bir koyu gölge.
heybetli ve yoksun.

uzaklarda kaybolunmuş bir ölü zaman .
ölemez dağı
çocuk
su:
uzak gerçeklik.

ve tıpış tıpış yüzen balıklar
içinde;
hiç suçlu yoktu.
uzaklarda zaman durmuştu.

gerisi yaşam

bir yaşam ki kaybolmuşum.
isteyen gülüşlerim var gece yarıları,
isterik.
ve oltanıza değmez değerlerim var
ister-ik gülüşlerde kaybolan.

kaybedeceklerini sıfırlamışın pervasızlığında
muhtaciyetim var.
gece yarılarına,
oltalarınıza.

gerisi yaşam,

afeti devran

bir kavgada yenilmiş
üstü başı kan revan yürürken;
sokaklar benim ve sokak hayattır bilinciyle,
küfürlü şarkılarımın
tezatlığında yaşanan bir perşembe akşamı
çareziliğinin terminalinde ,
beklerken sabah olmasını
ve bir lekeli ceketin
altında uyumaya çalışırken sessiz ve kimsesiz,
gördüklerimdir dizelerim.

suratıma çarpan rüzgarla başlayan
-kaybetmesiyle meşhur- doğa
bir zona misali refleksleriyle
gösterdiğinde afetlerini
şaşkın, çaresiz ve dağınık kalan
kazananlar
önlem almış kişinin doğadan öğrenmesine
girmeye çalışır ceketimin altına
savaşma seviş iğrençlikleri
tebessümleriyle…

oysa
günlerce yiten
atomlarca parçalanan umut, yaşam olmuş.
fark etmiyor terminalde sabahlayan bir görünmeyen için
şimdi veya az sonra kalkacak otobüsün istikameti.
zira kalan, kalakalmış biletsiz bir yaşam.
ve
şeytan rüyalarına mecbur bırakılan bedenin
uyuşuk kabullenmişliğinde
devam edecek kazanmalarınız,
yüzünüzde ki tebessüm.

ancak, korkularınızdır
doğal afetler.

hayaller sokulur karanlık gecelerin uykularına
hadım hayaletler sarar devranı.

ve bir çocuk fark eder
rüzgarın ayıltıcı etkisini
-amca üşümüyor musun.

farkındalık doğurtur rüzgarın bebeğini.
ve afeti devran hınç
parçalar cam tavanlarını
korkuları,
doğal afet olanların.

üşümek
hınçlandırdığında boşluğu
almaz ceketimin içi
çirkin gülüşlerinizi
ve
kabulenmeyi değil
isyanı yazar tarih kitapları
ve
babam
soğukta üşür
zona denen hastalığına şaşar,
depremde ki şaşkınlığında suratı.

zihni sınır

zihni sınır
özgürlük dediği fahişeye.
güzel günlerin
nal asılmış kapıları
değmezmiş
değerliliğine

uzakların türküsü okunur
gecelerce minarelerde.
hem dinler hem söyler
bir müezzin, bir sen
unutulmasın evet bir de kedi .

fular

bir sensizlikte buldum
kendimi.
gittiğinde
atlamadığım uçurum:
aşkın korkaklık tabir ettiği,
sizin normal dediğiniz yaşam.
oturttu beni
misafir minderine.
şiirler okudum. kuranmışçasına.

boşalttığın sokaklar,
imgelerim olmuş,
coşar koşar giderim deliliğimle
tarifler,kelimeler,bilgeler ararım.
kaybolmuşun
yenilgi günlüklerinde ,
sokaklarda koşarım delice.
sokaklarda yokluğunla.

yokluğunda
şairler anlatır
çölü rüzgarı yağmuru .

tariflerindeki eksikliği
sen sanırdım önceleri.
oysa yoksulluk çekilirmiş en çok
sırça köşk eksikliğinin nefreti
sensiz neyleyeyim kabullenişinde
son bulmuş da
yağmur çarpan camekanların
gözünün önünden geçen mevsimler misali
yokolmuş kalabalıkları.

“yok”
olmanın sınırında
uçurumdan atlamayanın
dinginliğinde
-yaşamın
misafir minderinde-
şiirler okudum. kuranmışçasına.

ve ağlamaklar: sokakların her birinin başında.
mahçup ve tövbekar bir asinin
delice koşularının molalarında.

bilirim yağmur da, rüzgar da, çöl de
ana cadde hiç de;
sensin.
bu tarifini okuduğum yokluğundur gerçek.

ve susuşlar :
önce karanlığa,sonra herkese.
yoksulluğun, yorgun çıplak ayaklı
“boş”vermiş benziyle;
sürer seyir,
minderinde.

ve koşuşturmalar:
ismaili kurtaran ve onun yerine uçuruma atılan
kurgu isimli fular,
yoksulluk sokağının pervasız tepinmelerine
bırakmış imgeyi de,
başeğmez bir yoksulluk
çökmüş şiirin üstüne.
sokaklarda koşarım delice,
kaybolmuşun
yenilgi günlüklerinde

ve günlerden Çarşamba oluşunun
ne ilgisi var sensizliğimle
kendimle ve seni özlemeyişimle.

bildim.
benim işim şiirle.
yokluğunda kavuştuğum kelimelerimle.

topal

topal

sek sek şampiyonuymuş mahallede,
anlatmaz pek.
yanıma gelir. işi gücü beni takip etmek.
tahtayı tutuşum, hızara veriş şeklim.
ne öğrendi derseniz,
biliniz o tam bir beceriksiz.

normallikler ederim ona.
para verir, saçını sever,
hep ödüllerindiririm beni sevişini.
hal hatır da sorarım. iyidir der.
bilirim iyidir.
ama biliniz o tam bir beceriksiz.

geçende bir yazı geldi.
sek sek şampiyonası davetiyesi.
sordum.
evet gideceğim dedi bacaksız.

ben hiç bilmem sek sek.
gittim gizlice seyrettim ama şampiyonayı.
beceremedi beceriksiz.
anladım ki:
protez olmayan bacağımı biraz fazla kırıyorum tahtayı tutarken,
o yüzdendir mahalle marangozu kalmam.

ertesi gün denedim bacağımı daha az kırmayı
hemen anladı kendisini seyrettiğimi.
o gündür:
çırağımla olan kardeşliğim.
ya da ustamla.

...
ey bakmayı bilmeyen gözlerim,
çölü güzelleştirenin içindeki kuyu olduğunu bilmeyenim.*!
bi bacaksız kusrumdan teknik yaratmışda,
ben oruspumdan kaçmışım.
gittim diyelim.
aynam sandığım,
sandığına bakmadığım o güzel
birgün bana sizi şikayet ettiğinde,
ben ona ne söyleyeyim

* :

OBSESİF - KOMPULSİF BAŞARI KORKUSU

OBSESİF - KOMPULSİF BAŞARI KORKUSU
tüm olması gerekenlere bir karşıtlık olarak organize olmuş yaşamımda, burcuma ve ismime ilk karşı’lığım.
pislik içindeki evden kaçıp, her binenin ne kokuyor yahu bu araba dediği arabaya sığınmak ve sürmek.saatte 90 km.
çizgiler sıralı ve kopuk.
artık alıştım. sanırım 50 çizgide bir oluyor adını anmam. korkuyorum yanımda birisi otururken, ya duyarsa ismini diye.
sıklıkla durup bakıyorum: şu uçan kuşa çarptım mı acaba diye. tanrım ne büyük felaket şu kuşların birisinin ölümüne sebep olmak. ne bitmez kontrol kıyamadıklarıma. sanırsın cesetler dolu kasabanın tek yaşayanı,atlamış sahipsiz kalan bir arabaya, kaçar kasabasından. bir kuş gibi.
hayır bu değil,çıktığım kasaba. kızdırmayacağım bu kez babamı. ama kuşa çarptım sanıyorum bu gerçek. ve sen. sen de gerçeksin, her elli çizgide bir ağzımdan dökülen ismin kadar.
ve sapkınlıkları bünyemin. ben en çok arabada sevişmeyi severim bilirmisin. yolüstü sevişmeleri kurmaya çalışırım beynimde ve bazen de sevişip oh derim 3 günlüğüne.
oysa hep kök anlatır kelimelerim. bir kahvenin müdavimi olmayı över geçmişim.
bir karşıtlıktır bunca pisliğim ve zayıflığım.korku iliğimde,izin vermez gerçekleşmeme. korkarım ya gerçekleşiverirsem de ölürsen diye. durur bakarım 50 çizgide. hızım hep saatte 90 km.

elif ile gemi

cehennemin ortasında,
ne yana kaçacağını bilemeyen
ağzı ateş, gözü ateş bir elif.
koşuşturur durur cehennemin iki girişine.

hangi kapıyı açsa, sanır
yangın saracak dünyayı.

cehennemin ortasında bir elif.
Ortadoğulu bir devletin ve
namusun ve korkunun çocuğu.

açamaz kapısını cehennemin.
emir tektir:
oruspu ya da deli-l ol
ya da kulu yalnızlığının.


ufukta bir gemi,
havayla birlikte aydınlanan.
sanki görünmek ister,
göründükçe karanlığından kurtulmak.
sanır elif,
sanki el uzatsa gemiyi batmaktan kurtaracak .

karanlık,
dalga dolu özlemlere kifayet giydirme gecelerinin birinde;
bir göz fe(ne)ri büsüyüne kapılıpda,
aldırmayıp yapılmamış yamalarına,
düştüğü bir hayali ada yolculuğunun sonunda gemi.

karanlıktan kurtulup ,
şehre ulaşmaya çalışmakta.
yanında ne gözü var ,
ne feneri…


ah
her biri hadi sevgili olsunlar diye bekleyen
sevgililerim.
ne gemi ,ne eliftir kırabilecek olan
devlet babanın kutsal korku zincirini.

bu akşam

bulutlar kararıyor sanki hava yerine.
akşam ışıklar yandığında akşam şehirliye, ya
burda da pek normal değil, bu akşam.

suskunluklar biriktiriyor içinde.
yaş kurumuş, içine akmış gibi
kararmış bulutlar.
her biri,
bir tek bulut gökyüzünde.
fırtına beklerler ve kuvvetli çarpışmalara hazırlanır
bitap vücutları,
şimşekten korkmaz kaybetmişlikleriyle;
beklerler umudun ilahi dokunuşunu.

tık

bırak söylesin ne söyleyecekse
yoksa sen
hayat zor dostum dan başka bir şey söyleyemeyeceksin
gürültüsüyle
beyinden toprağa düşer şimşek

usul usul yağdığında cezbettiği
altında ıslananlara, camdan bakan Nevinlere inat
suskunluğun çığlığı müzikteki
şimşekler düşer toprağa.

bu akşam, burada, benim gibi.
ve bir göl kabarır
bulut geçer
gözyaşları çimen olur yeryüzünde
masalında bir genç kadın
kendisine çekilir,
camdan bakar nevin.

3 kelime 3 ahkam

:

incecik ve aşılamayan bir çizgi,
özgürlük diye koşulan.
orda her şey serbest,
delice.
dünyada olunmadığı gibi.

:

uzatır başını suyun içine
kayıp bir yüzük arar gibi hali.
beklersin çıkarsın kafasını.
o ,
ıslaklıktaki çekimde yummuş gözünü.

:

gerçek

dolunay

İnsan hep korkularına baka baka yaşar.dersin anne!
peki aydede?

neden her dolunayda ayin yapma isteğin?
ve coğrafya da anlattılar med ceziri anne.
dünyanın bir yerlerinde med cezir olurmuş.
onun sebebi de aydede anne.
neden anne?

...

bir taş yanar içinde.
kimileri. güneşe olan aşkı, kavgası, tutkusu der.
kimileri ali’ye benzetir taşı.

hilal yaklaşır h-arlanır,
sondördün uzaklaşır, h-arlanır.

Her evlilik de kıştır kızım
Ay görünmez.

med cezire gelinir,
taş,
yanar.

araf der, ayin yapar zevzekler.
meni kokar caddeleri.

ay küser gider.
ya kışı yaşar,
ya zevzeklere kalır dünya.
Taş yanar.
...

körebe:
önce ebelenmemeye,
sonra ebelemeye çalışan çocuk.
ya da tam tersi.

o karanlıkta:
.

o yüzden her dolunayda
sana tekrar aşık oluşum.

güneş gibi, ali gibi yüzün.

dolunayın taşını sev kızım.
tanı onu,tanı gözünden.
İnsan ancak kendi olunca,
bütünlüğündeyken
görür dolunayı
unutma.
biz orda yaşamak istiyoruz
Dolunayda.

bu ayin başka kızım.
körün tuttuğunu siktiği dünyada,
karanlıktan kafası tutularak çekilen
bir bebek için
anneannenin serdiği seccade ağırlığında
bir ayin

...

-yine anlamadım anne.
-şu aynayı tut ona kızım.

O anlatacaktır.

bak orda

Ölüm,
Genelde
Mutassıptır.

Duvarı parçalamak
Bir vasiyet olarak
Konduysa da sol omza,
kıça baka baka kaçılan tüm korkular
Ve şans,
Konar sağ omza.

Bir kuş,
Omuz olur,
Kanat çırpar gökyüzünde.

Her yerde
Ve Evet sevişirken bile…

Ölüm,
Genelde
Mutaassıptır

Ve dip arayan gözler,
Gözleriniz çevik.
Göremez.
Bir kuş uçar
gökte

yağmur değil

Çizmelerini giymiş ,
burnunda altın hızmayla
kapıdan çıkarken sen.
bir yabani kuştur.
çıkar gider gökyüzüne…

hala damaktayken dünkü çayın tadı.
fırıtnalar estirir, kusturur adayeli .

parçalanmasında gökyüzünün
yere düşen yağmur değil, tutkudur .
ten kadar bedensi
her dokunuşta sarsıcı
fırtınalı güzellikler sunan
rüzgarıyla.

Hala damaktayken eski çayın tadı
Tüm erkeklerin
Ve dahi kadınların
intikamlarında
Doyulmaz doldurulmaz bir boşlukken

Film sahneleri kopukluğunda
--
Evcilliğe isyan haykırışlarıyla
Boran bir yabani kuştur gökyüzünde.

korku tüneli

SEN

bir kere bile kondüktörün bindiği vagona göre trene atlayan
Kaçak yolcu bir çocuk olmamıştı.

Ve o denli cesur şimdi suratı.
Hani haydi desen bir kaçak yolcusu olacak
Dün yapamadığının
Bugünkü telafisi diyebileceği yaşamının.
O denli cesur şimdi.
İnat
tüm korkularına ebeveynin.

İnat tüm sosyolojik gerçeğine bir bebeğin.
-Genetiğiyle oynanmış domates hayatın
Salçalıktan hemen önceki zamanında-
Bir İnat ki bu anne
Tüm söylediklerine tamam dediğim bu günde
Başını dikmiş bakmakta ikimize.

Çıplak bir sen ve çıplak bir ben
Aynanın karşısında dikilmiş
Şaşarken cinsiyetimize,
Balkona her sene yuva yapan
Sora yavrularıyla uçup giden güvercin
Seyretmekte bizi pencerede.
O bize şaşkın biz ona.

Kanatlarındaki tüyleri hiç yolunmadı
Ve uçtu gitti yavru güvercinler
Balkondan hiç düşmeden.
Ve güvercin şaşırmakta
Biz neden hala evdeyiz.
Ve şimdi neden karşısındayız aynanın

Yada söyle artık anne.

Bak yara orda
Kanamakta ikimizde de.

BEN

Bir adam oturmuş balkonuna
Merasimini izlemekte bulutların
Bir sütlü kahve, ece ayhan, defteri var
Masasının üzerinde.

Kah defterine dökülmekte sigarasının külü,
Kah –kafası bulutlara dönükken- üstüne.

Havayla birlikte denizde kararacak birazdan.
Karanlıkken, bulutlar ve deniz de yokken
Olacaklar var şimdi aklında.

Dört bir yanı saran açlık kokusu
Ve hepsine yetecek kadar kelimesi
Dökülürken ceplerinden
Ece ayhanın kül tablalarını hiç sevmemiş olduğunu
Fark edecek,
Bir serkeşlik girecek evine

Kimseye ihtiyacı olmayan
Dik başlı bir ihtiyarın
Tüm esrik fantezileri eşliğinde
Yalnızlık edebiyatı yapmayan bir müzik dinleyecek
Birası da masasının üstünde.

BENDEN İÇRE

Serin mi hala kelimelerim?

Bırakıyorum yansınlar.
Bilirsin ateş sarmazsa her yanı
Doğulmaz küllerden.

Bırak dağılmasın bulutlar
Her bulut bir ben olsun,
Çarpışan gerçeklerden düşen her damla
Temizlesin geçmişi.

Geçerken bulutlar hızla
Geçmiş yağmur olmuş akarken gözlerimden
Bilirdim ki annemim açlığındadır
Bebekliğim.

Haydi anne.
Görmüyormusun her yan kan revan
Ne yakılcak kaldı geriye ne yıkılacak
Haydi anne doyur açlığını
Doysun tüm erkeklerin penisinde
Yada her neredeyse

Odunla dövülerek çıkarılmaya çalışılan şeytan,
Bırak açsın gözlerini.
Korkma ne yakacak ne yıkacak kaldı geriye
Yeter tatmin edilsin idin.

Bırak
Yağmur yağarken
Kendisi vursun odunu kendisine
Bırak ıslansın geçmiş
Yıkansın kül
Yoksa biliyorsun
Sönmeyecek ateş.

Bir ölümün sonrasında gelir tövbe
Gelir ki, karanfildir.

BEN

İnsanca sürdürülmeye çalışılan yaşamın
“Gerçekleri ararken parçalanmış suratı”
Adamın suratı

Bulutlar geçerken hızla gözünün önünden
Tam gözünün önündeki bulut.
Bak bu giden.
Masken.

Adam içeri girer.

SEN

Korku mayası bebeğin.
Ve gittikçe derine korkusuzca
-tüm öğrenilmiş cesaretiyle-
Bir ben yaklaşır bedene.
Önceleri sinsi
Sonraları paronayanın etkisiyle.

Hergün balkondan seyredilen banliyö treninin
Kaçak yolcusu olacak kadar cesur
Ve bir güvercinin kanatları kadar güçlü
Saldırgan erotik ve doğuştan
Yaklaşır. Boşluğa

Bir yoksunun öfke dolu
Sınıf bilinciyle ve bir mazlumun
Çaresiz hak arayışıyla sorar.
Bir güvercin ancak tüyleri yolunduğunda mı
Düşmez balkondan.

...
Uzun yolun kısa sonu
Kızının gözünde göremediği korku
Kadının gözünde
Seninse özündeyse.
Bırak patlasın anne.

….

beklemek

bir kurgu
dünden gelen,gelecekle biten
bazen bir başkaldırı
öznesi sen olduğunun nesnesine
bazen bir harita
durduğun yerden, olmak istediğin yere

beklemek ve ummak: zamanı,insanı,kendini.
yürüyevermek isterken ayağında ki gücü kesen, garanti hayatın
akşam ki garanti ekmeği
ve yine süregiden beklemek ve ummak.

ne duruyorsun be at kendini denize dese de şair
çürüyen yanlarınla bekle beni diyebilecek güçteyse beklenilen:
çürürsün

kor ve farkında mimikler

bir acı duydum kulaklarımdan bedenime yayılan
bazen bir dokunuşta tüylerim ürperirdi
onu andıran. hem erotik hem umutlu...

bir kız çocuğu gülüyor uzaktan
yakında ağıt yakan kadınlar var
bir karakor düşmüş ocağa belli
gözler kulaklar dikkatler
kül ayıklama peşinde.
kor dokunulamayacak kıvamda hala
ağıtçılar ise küllerden korumaya çalışmakta.
ve için için yananı seyretmek zorunda bir zaman daha

bir kor yanıyor orta yerinde bir kenarın
ve bir göz kendini seyrediyor tüm soğukkanlılığıyla
ne yananın kırmızı feryadı, ne uzaktan gülen göz uğraştığı
bir göz kendini seyrediyor tüm yıkıcılığında
ve bir şiir yazıyor güce dair,özgürlüğe dair

ah ne gam
biliyor kor
ne güç, ne özgürlük, ne tüm yıkıcılığı kırmızının.
hiç bir şey kutsal değil
benim kabullenişimden.

bir kız çocuğu gülüyor uzaktan
tüm sevecen, mimik dolu suratıyla.
ağıtçılar koru soğutma çabasında.
hala kül ayıklıyorlar bilmeden
korun külleriyle bir bütün olduğunu.
kül hem ölüm hem toplam çünkü
kül hem bir varoluş ve hem de bir umut.
ve çünkü ancak içinden çıkarabileceği bir kor
alabilir. yanmışlığını.

bir umut bir hayal ve bir ada düşü
bütünüdür şimdi günün kabullenişinin.
ve ayıklanamaz hiç bir ölüm
bütününden.

Bir acı
Kulaklarımdan bedenime yayılan bir erotizm
Hem manik,hem depresif
Bir kız çocuğu gülüyor uzaktan
Ağıtçılar ağıt yakmakta hala
Bir seyirci göz kırmızı.uzakta
Ve hayat hala aynı haksız acımasızlığında

Bir kız çocuğu gülüyor uzaktan
yanan ateşin suratına yansıyan
farkındalığında mimikleri.
...

aşk gibi

nefret nefret nefret
kimin çocuğu!

ve tüm "yok"olanlar -sizler-
toplu mezarlığımın alkışçıları:
acı-ma-sız bir savaşın
"yok"lukta kesilen tavuklarısınız

aşk gibi

yansıtma

http://www.fileden.com/files/2008/12/31/2246817/dal.mp3

kıyılarında
siyah ve beyazın.
elinde,
bilindik karma tavlasında
atılan zarlar.

gözünün önüne,
geçmiş insanlar gelir,
buralarda hayat varmış, ve ölmüş insanlar;
mistik kavrulmaları;
ve
gelecek yüzyıl gelir:
korkularınız yarınlarınızdır;
kahin ızdırapları da.

deniz kenarında taş sektirmece gibi eller cepte yorgunluğumun
attırmadığı zarların, fark etmez ne geldiği.
sabırsızlığından korkmak,
ölümü hatırlamak
olmuş ellerim.

yaşam dolu ellerin.
hipermarketlerin,
aktif gecekonducusu tetikliğinde
kazanıp ,koşma niyetindesin.


ışıklı şehirlerin,
bohem kalabalıklar menileriyle dolmuş
kelebek cafelerinde de,
gözler toprağa bakar bilrsin.

ölüm de çeker yaşamda

isterim
bir gün ver bana.
özgür olayım.
bilirsin ,
ölüm bulur
birimizi beyazda, birimizi siyahta.

serin yanlızlıklara övgü

çok serin bir yalnızlık akşamı
bir sarmaşık .
-kasıklarımın hemen üstünde kökü-
damar damar beyinden
sıcacık bir el emri alır.

bir el
misafiri olur
kendisinin.

buz gibi suratı
sevmek, inanmak ve güvenmekse aşk, ezberi ile,
kapıda karşılar beni:
kök.

çok serin bir yalnızlık akşamı
bir ev,
aralık duran kapısından soğuk alır aynı dakikalarda.

ve aynı zamanlarda bir köyde,
papatya zamanını sever her bir insan.
ve bir gül görsün ister papatyalar içinden.

bazen en koyusu güllerin,
pespembe başverir tarlalarında.
ve her bahar misafir olur köylerine mazhar osman.
elinde poşet
düşer koyu gül peşine.
köylüyü gülden, gülü köylüden kurtarır.
en karanlık korkulara ilaç
esans üretir hayal atölyelerinde.

o yüzden anneleri
çocukları hep uyarırlarmış güller konusunda,
ve korkuturlarmış da.
sevmek,inanmak,güvenmektir aşk der,
koyu olmayan gülleri koparanları bile
bu ezberle karşılarlarmış:
soğuğa kapalı kapılarının ardından.

çok serin bir yalnızlık akşamı,
kasıklarımın hemen üstünde
başveren bir gül,
sarmaşık olur sarar beynimi.

bir el,
arar geçmişi.

"bir yıldızda yaşayan bir çiçeği seviyorsanız, geceleyin yıldızlara bakmak hoştur. ve geceleri gökyüzüne bakarsın. herşeyin çok küçük olduğu gezegenimi gösteremem sana.. belki böylesi daha iyi. yıldızım senin için herhangi bir yıldız olsun. böylece gökyüzündeki bütün yıldızlara bakmayı seveceksin..."
<_script>embeddable();<_script>

bir yıldızda
bir gül:

öğrenilmişlikleri olmuş ezberi
ister kendisine bir mühendis ailesi.

...
çok serin bir yalnızlık akşamı
bir papatya mevsiminde,
ölüm korkusu
ve ne güzel kokusu pespembe gülün
karıştıda birbirine.
bir şair
kaçtı köyden ve mazharosmandan.

şimdi bir el olmuş
arar geçmişini.

soğuk rüzgarlar dolar içeri
sıcacık bir el
sever seni. annesini sever gibi.

saklanbaç

-ankara:

saklanbaç oynar;
aramak, bulmak, bulunmak.
yorgunluğunu şubata saklar,
oynar da oynar.
ağzında sigara, boynunda kravat
ve kara kelimelerle.

-eskişehir

bir şubata varamama telefonu acı acı çalan.
“kelime, bir arayıcısını daha gömdü yüksek ışığıyla”
dedi metalik bir ses.

aramak
ve bulmaya bunca yaklaşmak
ahh
şubatta ölüm zordur öğrettin de,
hani bize ocak ı yazacaktın.

-istanbul

ezilmişliği yüreğinde,
yağmur istedi rabbinden.
düşmeden
başı dönmüş ayakta duramazken, düşmeden.
bakma dedi.
uçurtmanın ipine basarak çıkılan yolda,
gözalıcı karadeliklerden kafasını çeviremeyene.

uçurtma
ve kıravat
sığmaz tek boyna.

-ankara

körü olduğum beyazlar,
değişik renklerle tanımlanan yüzlercesi ile
sevişilen boşluk gecelerinde
değildi.
ve onun zamanında
aşk, ölümden hep daha gizemliydi.

zafer ekin karabay'ı saygıyla anarım

sadece acıktırmıyor kafa da açıyor: libido

sadece acıktırmıyor kafa da açıyor: libido

zor günlerin mesaisinde
içerden telsiz sesleri gelirken
sarhoşluk peşinde koşar heryerim.


deniz kokar insan
saatlerce yüzeni, boğulmaktan korkanı,
kenarda cıbıldaşanı,dalga seveni,dalgadan korkanı,
sörfçüsü ,deniz görmeyeni
deniz kokar insan gözüme.

bakarım her birine
kelime kelime titreyerek.

trenler geçer gözümün önünden,
insan görürüm vagon vagon.
Her bir insan bir vagon
kendi bozkırında
gelmişler
Yüzerler denizimde.

inadına hümanist bedenin;
kendi hümanistliğine
şaşkın gülümsemeleri suratımla,
ilerlerim yanlarından.

toprak:
“çeker insanı kendine bilirim.
koca koca kökler kurmaklar özletir
ve domates ekmeyi de.”
öylesine hümanisttir gülüşü.
ve öylesine şaşkınım gülüşlerime.

açılamaz denizde sevdiceğim.
karanlık sever kendine,
kimselerin olmadığı koylar
ve sevişmek saatlerce.

derken toprak,
ezan olur çeker
çeki düzen verir kendine, sevdiceğim.
ve gündüzleyin toprağındır artık
-gidemeyişlerine rağmenin,
rağmenini seven kadın.-
ezan okunur
gider denizden.

toprağın vermelere
denizin sevişmelerine doyamadığı sevgilim
ve
ölümün almak istemelere
yaşamın gömmeklere doyamadığı sevgilim.
sizler nasıl kardeşsiniz böyle?
hem de iç içe.

ağzımda şaşkın gülümseme ,
gözümün önünde h-alaycı
-hepimiz kardeşiz- pankartları,
yürürüm ben

her bir kardeş
her biri bir vagon bozkırda
yüzerken denizimde.
.
koku veririm genizlerine,
gözlerimde tıkanır yargıları.
şaşkın gülümsemelerle.
yürürüm.

siren sesleri gelir içerden
vaktidir az sonra ezan da okunur
son bir kez sevişelim sevgilim.

ve sen ne güzel yemeksin.
zor günlerin
mesaisinde.

cevap: şaşkın ördek yavrusu

cevap: şaşkın ördek yavrusu

ne güzel gülümser güzel kız,
adı deniz .

yazar,
adı
cevap olan kitabında:

“sarılınca toğrağa,
kavrayınca 4 bir yanını
girintinle çıkıntınla
senin olur, ne güzel kavga eder seninle;
sevgilin.”

her bir soruya
bir cevap.
ve ne güzel
girintisi çıkıntısı.
sever adamını
şaşkın hümanist gülüşleriyle.

yazmış kitabının girişine:
verilemeyecek cevap değil,
sorulamayacak sorudur gözlerim.

düş ve taşikardi

Kalbi çarpmaya başlardı
Uyumaya çalışırken.

Bir direnç,
Uyumaya belki
Ve belki de uyumamaya.

-
Eskidendi
Düş günlerindeydi.
Uyurken
Saçlarını severdi,
sevgilisi.
-

Haberci kuşların ilk müjdeleri
bahar.
Ve ilk müjdecisi bünyemizin
Kalp.

Haber getirmekteler bize

Durmak zor olurmuş bir düşte.
Düş
Durgun bir göl olsa bile.

bir kayıp

Bir kayıp müzik
Ruhumun derinliklerinde.
ılık ılık kan
kayıp gider içimden.
bir müzik
.
.
.
Uzak yaşam
Kayıp ruh
Vurur bateri ağır aralıklarla

Ilık ılık kan akar içimden.
Sanı’rım.
sabah ateşi
tan dır görünen;
gözümde

Bir müzik
Bir umut
Yakışmadığım coşku
Unutmadığım tutku
Karanlıklar içinde.

kar

Bir bulut gördüm.
Bıraktı gitti yarısını.

Gitti de kar olup yağmaya.

Güneş ,
geçti kalanın içinden.

Paramparçalı bulutlu
Gökyüzüm.

Kar
komşu köyde
yağdı yağalı.

bay yanlışın davetleri

Tanırım suskunluğunu
Sen ben ve dahi herkesin
Güçlülüğüne secdeye vardığı gecelerde.
Tanırım yenilgini.

Durmak
Öylece durmak ve beklemek.

Yanlışı göstermemeye kurulmuş saatin
Yüzyıl sürecek çaresizliği kıyafetindeyken sen.
Nizami tikakların uyutmuyor beni

Dişliler çalışır gün ve gece
Ve dost sohbetleri yağlar
Muntazam her hareketi
Sağlamaya çalışır her daim sürekliliği
De
Uyuyamam ben
Tik-tak-tik-tak
Ların kulağıma çarptıkça

Ah bu irin karası,
Ah bu beyazlar beyazı çakra.
Bilmez misin
Bembeyaz uyutmaz hiç kimseyi

Durma kirlen
Kirlen de
Şaşsın beşer
Şaşsın da uyusun
Herkes kendi normalliğinde.

seyir

Bir deri gibi sıyrılıp giderdi
Gittikçe giderdi.

Parmaklarım
Bakılmaya ve gösterilmeye utanırlar
Hep cepimde gezerlerdi

Büyük susuşlar
Saklanmalar
Ve daim süren hayat.

Giderdin
Sayfa sayfa ömür.

Sayfa hep çevrilirdi
Bitti.

Çalan
Bir brezilya müziği
Dans paronoyayla gerçeğin dansı
Ve ben ne güzel seyircisiyim
Brezilya müziğinin.

martı

Figürleri çizer,
İnadıyla isyanının kanadını.

Çığrış kıyamet koparır
Koşmaz simide.

Çekilir gökyüzü
Mıknatısının manyetikliğine.

Figürler çizer,
Çığrış kıyamet.
...

Bir kıyı,
Bir küçük çocuk, sevinçle simit atar
Sürüye.
Sevgiyle.

Sorti sorti üstüne,
Bilindik hareketlerle,
Her bir hareket kendisine özel
Ve öyle güzel.

Sevgili çocuğa ve simidine
...

Çığrışlar gelir
Bulular üstünden de
Kıyamet de peşi sıra.

Yerçekimi.

Bir figür düşer
Çocuğun önüne.

İsyan ve inat
Düşer çocuğun önüne de,

Ölüm de öğretemez
Figürle figüran ayrımını
Bu çocuğun annesine

20 Şubat 2009 Cuma

göl ve sevgili ve lüks

Ne zor günlerin sıcak akşamüstlerinde balkona oturmuş göle bakarken ve yine hiçbir şey yapmazken gelip yandaki sandalyeye otururdun. Bi kaç cümle işte marketteki kızla yapılan geyik ve aslında ne kadar hüzünlü bi suratı olduğuna dair bi kaç küçük tespit. Ve sonra susuşlarımı seyredip gidip içeriye kitap okurdun. Sahi ne çok okurdun ben dopdolu gözlerimle boşluğuma bakarken.

Ne çok bilmiş olmanın kiyafetsiz akşamüstleri.
Göl.
Deniz olamayışını paylaşırdı, korkularını anlatırdı.
Oysa nasıl derindi suskunluğu.
.
-bilirdim kışını da. bir keresinde taşmıştı da kendinden geçmişti. tüm kasaba su altında kalmaktan korkmuştuk da denize değil bize taşması anlamına vermiştim o yağmurlu kış günlerimi. –
.
Ve şimdi bu akşamüstü tüm yaşanmışlıklarımızı koymuşuz da balkonumla senin arandaki yola,
taşamamıza ağlıyoruz sanki
dopdulu gözlerimizle birbirimize bakarken.

2 sene sonra. Yan balkon.
.
Ben ona şefkatle bakıyorum. O bana.

Gideceğini biliyordum diyor. Dayanılmaz benim suskunluğum.

Gitmedim diyorum. Kovuldum.

Gidememeye,ahde vefaya,değerlere dair ne kadarsa şiirlerim. Veriyorum kendisine. Yavaş yavaş, sindire sindire kabul ediyor şiirlerimi derinine.
Bir şiir, bir şiir daha. önce ıslanıyor sonra yüzüyor yüzeyinde. Bakın benim için yazılmış bu şiir der gibi gösteriyorsun herkese onları ve yavaş yavaş alıyorsun derinine.
Mutluyum. Biliyorum ki yazdıklarım ancak şimdi gerçek şiir.
...

Oturuyorum balkonda. Vakit yine bir akşamüstü.
Ve bu sefer dolmayacak dibimde ki sandalye.

Gideceğini biliyordum diyorum. Dayanılmaz benim suskunluğum.

Oysa
Varlığın öyle güzel
Lüksüydü ki hayatımın

Ben yokken
Buradaydın
Ve ben
Yine ne kadar da kendimdim.

Anladım
Lüksündü özlediğim.

Sahipsiz,muhatabı olmayan ve belki hiç olmayacak bir kötü şiir daha işte. Biliyorum. Bu yüzden kötü zaten. Napıcam ki şimdi bunu.
...

Göl.
durgun.

göle bakıyorum. Onca zaman geçmiş aradan. Hala sakin hala sinirlenmemiş olmasına şaşıyorum. Öyle veya böyle; şöyle veya değil ne fark eder ki. Biliyorum isteseydim kovulmazdım ve ben hiç gitmemiş olurdum gölden. Ve biliyorum ki o zaten farkında,kendimi kovdurmuş olduğumun da. Şaşıyorum sakinliğine.

Hafiften rüzgar esiyor
Anlıyorum
Ceketsiz kalmama üzülüyor.

Göle bakıyorum. Bir de ne yapacağımı bilmediğim şiir bozuntusuna.
Bana bakıyor o da. Bir de bozuntu dediğim şiire.
Sanırım anlıyorum.
Ağzımda geveliyorum şiiri. Islaklıktan ve yüzmekten bitap düşürene kadar. Sonra yutuyorum.
...
Sanırım anlıyorum.
Lüksün ne güzelmiş.
Sevgilim.


20.02.09

bir çift küçücük ayak

Bir misafir inceliğinde
Bastığı yeri sanki hiç yürünmemiş
Gibi geri bırakan küçücük ayakları.

Misafiri dünyanın
-herkeslerin evsahibi ve hoyratlığı ile dolu olan-
Bir çift küçücük ayak.


18.02.09

lodos

http://www.fileden.com/files/2008/12/31/2246817/Hey%20Gidi%20Karadeniz111.mp3


kış

Sıkışık mengenelerin içinde,
Can çekişen dişlerim,
Sürdürülebilirlik görmeyen patronumun 5 Günlük lütfu;
Attı beni
bilindik sığınağıma.

Hayır ana kucağına değil,
Lodosa sarılmaya.

Lodosun annesi
Mine.

Aynı pencerede.
Aynı uzak bakışlım.

Hoşgeldin dediğinde kavuşur da uzaklarımız
Biz ne güzel sarılırız mine.

Minenin hikayesidir…

meze yapmaz kışın mine
sanırsın hep oturur öyle pencerede.
deniz
denizi seyreder,
hayallerde kaybolur mine
kaybolur da ,
bulunmaz sevdiceğine bile.
...

gök yarılır
bir lodos doğurur mine.
gözyaşının annesi bildiğini
-ne acısına
ne de çocuğunun kız olmasına aldırmaz-
isim yapar takar kızının boynuna.

susar
doğurduğu lodosunu
büyütür mine...

...

yaz gelir
türlü türlü mezeler yapar
mavili yeşilli eteğiyle.
görenin istemeye
sevenin sevmeye doyamadığı
gülüşüyle
mine.
her gelenin burada yaşamak istediğini bile bile
hemde.
övgüleri özençleri koyar hep heybesine.
...

kış gelir
övgülerle dolu yüreği
kaynar için için de
yazın bilemedikleri
sıcağı üfler .
içine.

Sarılırız seninle
İçim gider.
Sıcaklıklar karışırda
Oh derim mine.

Denizin hikayesidir:

Yaz gelir dolar yüreği
Kış gelir lodos olur akar içi:

“kış gelir
saklanır sığınağa
kasabanın,
bütün tekneleri.

bunu bilir
döver kıyıları.”

-yaz gelir mutedil
enfes manzaralar sunar misafirlerine
deniz olunmalı oğul deniz
övgüleriyle dolar yüreği-

dolar dolar da
yetmez olur kasabanın mutedilliği.

kaynar için için
eser ha eser
döver kıyıları.

alamaz hıncını
kabullenemez dün tüm doğurganlığıyla
tüm güzelliğiyle varettiklerinin
bugün köşe bucak susmasını

döver kıyıları.

Bilmez bizim lodos dediğimizi
Ahde vefa koymuş ismini

Eser ha eser
Deniz.
...

Lodos:
Büyüyor kozasının içinde.
“ "bütün mesele, evet, haklısın ihtiyar, tırtıl ile kelebek arasındaki fark. kelebekler korkar, tırtıllar bunu bilmez bile, kelebek olunca tırtıl olmayı sen özlemedin mi hiç? hepimiz az ömürlüyüz. kelebek olunca fark ediliyoruz ama, güvenli yer, kozanın içi. ama fark edilmek?"
"zorlu, ha," dedim o'na." ”*.

“Gidemeyişi
Sevmeyi büyütür
Gitmeyi öğretir
Korkularının en içine,
Gider daha o küçük yaşta.
Eser işte.
Cilveleri
Gitsin diye gözüne bakan
Ebeveynlerine.”

Büyüyor lodos.


Sarılırım lodosa
Siz hiç umudunuza sarılmadınız mı?
Sarılırım lodosa,
O cilve yapar bana.

Sarılırız seninle
Mine.
Biliriz
Gününde elele gidilir denize.

Geldim mine
Geldim tüm nefessizliğimle.
Gidemedim,
Geldim mine.

...

17.02.09

* reha mağden

şaşı felek çıkmazı

ŞAŞI FELEK ÇIKMAZI

Her sıradanlık ve her asilik

Hepsi yaptıklarınızın.

Dünyeviliğinde kayboluyor

Çağdaş zamanların.

Ve şaşırmamaya başlıyor insan

Beşerin şaşkınlıklarına.

Yükseldikçe,

“şaşırtıcı” hamlelerinize basa basa

Yüreğimi şişiren boş yalnızlıklarım.

Ve pompalarken her biriniz yalnızlığımı

Taksi şoförünün verdiğim adresi

Tarif etmeden bulabilmesi şaşırtıyor beni.

Ya da manavın çırağı niye kandırmadı ki şimdi beni.

Halbuki ne kadar da şaşırtıcı

Normallerimiz.

Kabulleniş.

Çıkmaz sokağında debelenirken ben

Geçmişine şaşı gözlerle bakan

Unutkan bir dumrul iken hem de

Seni gördüm.

Karşı kaldırımda.

Sert ifadene öğrenilmişlik çökmüş,

Hedef eksenli olmuş ayacıkların

Gidiyordun.

Yolu seyretmeden.

Ben

Sokakta,

Seni bekleyen balkonumda,

Anımı yok saydıran şaşılığım

Ve sıkı sıkıya sarılmak zorunda olduğum-ki aksi ÖLÜM’dür-

- Ahlak çekirdektir oğlum. Sanılmasın ki oğlunu gizlemeyen baba

Devletini gizler”

Ezberimle

Yolu seyretmeyen gözlerine şaşarken

Geçen sene alelacele sıraladığın:

Öğrenmişlerin garanticiliği

Kararların ve beklentilerin

Yani sebebi yalnızlığımın

Çıkmaz sokağın

Sokakta

Seni bekleyen

Balkonunda

Karşı kaldırımda

Ayacıkların olmuş yürürken

Sahi

Neden bu çıkmaz sokakta

Ayacıkların.

Şaşarken ben

Gözlerin.

çok ürkek.

görmüyor sokağı.

seviniyorum.

Şaşıracaksın diye.

Ürkek gözlerime.


01.02.09

ışığa yürürken geride kalan karanlık

Yarım kalmış
Bir hikaye gibi
Kabullenmeler, seneler süren susuşlar
Hayata…
.
Bir gün
Herkes gibi mücadeleye kalkıştığımda,
Gel
Dediğimde
Bir terminalde biletini aldığın otobüse
Binemeyip
Bir daha da görünmediğinde

Kaybolunmuş
Ya da hiç bulunamamış
Hiç bir sokağın adı akılda hiç kalmamış
koca boş duvarlar
kimilerince bir seçim
ve yakut bir yolculuk olan yaşam…

Şimdi
bir anons
Fi tarihinde kalkan bir otobüsün
Yolda kaçırıldığını ve ancak
Şimdi
Kente gelebildiğini söylemekte

Labirentin
Sonu ışık olarak görülen
Son dönemecinde
Seneler önce beklediğim terminalde
Yapılan bir anonsu duymak.
.
Ne kötü tam da burada
senin o otobüse hiç binemeyişini hatırlamak

Labirentinde gördüğün ışığı
Seni
Küfürlerimi
Tüm kabullenişimi
Hatırlamak
Ve ışığa yürümek …


30.01.09

bir düş. içinde kaybolduğum

Bir düş,

İçinde kaybolduğum.

Yürüyemezken, film seçemezken,

Öğünlerimi bire indirmişken,

Onda da ekmeğin arasında ki peynire küfrederken,

Gidemezken.

Bir düş,

İçinde kaybolduğum.

Takalar geçerken allı yeşilli

Ve “ah” derken o takanın içinde olamadığım için.

Bir düş

Geleceğe maviye ala yeşile ait

Ve umuda.

Sıcacık döşeğini sermiş,

Bekletmekte beni şarap.

İçtikçe, gevşedikçe,

Ve günler geçtikçe

Sarhoşluğun sıcak döşeğinde.

Varolanın gölgesi suratım

Karanlık kelimeler fısıldamakta

Takayla oyalanan yanıma.

Ne geçmiş tükendi, ne yarınlar bilincimin

Hareketsiz bedeni,

İçinde kaybolduğum düş.

Ve fısıldanan gerçekliklerin

Paramparça suratında ki karanlıklar,

Genç memelerinde kaybolamayan

Bu ruhun manisi.

Oysa maniler okumak istedim hep.

Bir maniye dalıp giderken

Keşke yanlız bunun için sevseydim seni

Günlerinde yaşamak,

An’a sahip olmak, memelerinde kaybolmak…

Billurluğunda maniler okumak istedim hep.

Varolanın gölgesi suratımın

Karanlık kelimelerinde .

Yapamayışlarım.

Dün o takada seyrederken hırçın dalgalara,

Hırçın dalgalara.

Naifçe bir yenilgi

Dalgalar karşısında.

Bugün de takalar geçiyor allı yeşilli.

Ve döşeğimde bir düş.

Hala İçinde kaybolduğum.

Ben hep yalnız bunun için sevdim seni

27.01.09

paradoksal sevişmeler

Paradoksal sevişmeler

Acıları,
İçerden içerden acı acı kanamaları,
Yakar adamı.
Sonra kendi yaralarım var adamın.
Onlar da yakar.

Acı ,acıyı tanır mı.
İlk defa gördüğün göze
“Sizi daha önce görmüştüm” dedirten
Bir tanışıklık sığmaz mı küfesine,
Hamal olmuş eskicinin.

Üstlerine ciltler yazılan
Türlü türlü hüzünbaz oruspular.
Acıları Yakar adamı.


Bir tanışıklık,
Bir göz değmesi acıları.

Geçmiş dönemlerde, her gidişlerde,
Değere yapılan her tecavüzden sonra,
Tecavüzcüsüne daha da aşık olmuşun
Gözüne,
Bir gidemeyenin gözünün değmesi.
Tanışıklıkları.

İki korkak iki tedirgin
-Ve bir o kadar da cesur
Ve gidebilmesiyle ünlenmiş yaşam hikayesiyle-
İki delikanlı göz
Tanışıklıkları.

Değerli olmak ve delikanlılık
Yaşamsal zorunluluksa da.
Hüzünbaz orospunun
Rıhtımda kırmızı elbiseli hali ,hani.

Yakar da yakar.
Gidemeyeni.

Delikanlılık ve değerli olmak
Gidememekse de

İki korkak iki tedirgin.
Kalakalırlar gözlerindeki
-a-c-ı- ve –ş-e-y-t-a-n-l-a.


26.01.09

gurbet

Gitmek diye bilirler

Yürümeyi.

Yürürsün

Kuşak kuşak yaşamlar takarak beline.

Hepsi taşlı tokalı çeşit çeşit kuşak

Kimi sıcacık renkleriyle anne güzelliği verir sana

Kimi soluktur ilk sevgiliyi hatırlatır.

Yürürsün.

Dün, bugün, yarın.

Dün

Aslında senden gitmiyorum.

26.01.09

güncesi boşluğunun

Kucağında şimdi.

Memelerinin

heybeti,

Sesinin acısızlığı ile.

Kafası geride

Doyumsuz sevişme gecelerinde.

Ve kucağında işte.

Tümünde boşboşluğunun.

KADIN

Bir kurdela takar.

Dün pervazında oturup

Sokağına baktığı penceresinde gözleri.

Bir kurdela takar

Ağzında Hayatında tek roman yazacağını iddia eden adamın

İnanılmaz cüreti

ve

bitirmiş olmanın inanılmaz özgüveniyle

bir kurdela takar.

Kitabının kabına.

Kaldırır kitabını

Yağmur görmez, su geçirmez heybesine.

-hızlanır adımları

Hep hasretini duyduğu yağmur

Övgüler düzdüğü kocaman rüzgarlar

Ve sen sen sen hepiniz

Hümanizması varoluşunun

Hepiniz için hızlanır

Hızlanır Adımları.

-coşar özgüveni

Islanmışın yağmurdan pervası mı olur?*

Koşar yağmurda delice.

Seninle seninle ve seninle,

Dans etmek ister devriminde.

Koşar yağmurda koşar

Doyumsuz Sevişme gecelerinde

Gecelerinde gündüzünün ıslaklığı,

sever tepindikçe.

-tepinir

Nicelerinin üstünde.

Tepindikçe o

Ve girdikçe her biriniz dibe

Haykırışları acısızlık nöbetlerinde.

-gerinir

Fazla bekletmez bünye

Günceye yeni kelime üretmede.

Bir övgü,bir övgüyle çarpılır

Yağmur olur akar geceye

Günce.

HisSiz

Hiç

Boşluk

Tanımaz.

His

Yağmur

Tanımaz.

Karmaşıklığında günce

-dinlenir

Dinlenir günce.

Demlenir gittikçe.

BOŞLUK.

Sevilir.

Kurdela

Damlamakta

Her gecesinde

Yağmur gören

Islanmamış bölmesinde.

Hiç

Boşluk tanımaz.

Öyle doludur ki mide

bomboşluğunda

İçemez bir damlasını dahi

Kurdelanın bile.

Bir kusmadır

Geçer

Devam eder günce.

Sayfaları

değer yaka yaka ilerlemekte.

Ağzına kadar dolu mide

Gördü ya seni kendi-siz-liğinde.

Gün döner devran döner.

Kadın kendini sever

His

Yağmur

Tanımaz

Emer doyumsuz günce

Günü geldiğinde

Seni de.

ADAM

Kucağında şimdi.

Memelerinin

heybeti,

Sesinin acısızlığı ile.

Kafası geride

Doyumsuz sevişme gecelerinde.


Boşluğunun tümüyle

Her ikisinin de.


14.01.09

emin

emin


sadece çağrının ışıklarına el sallayan*
sağır emin.

elleri balonlu
gözleri uzak
bi tek
kendinden emin

çekiniktir emin
kaldırmaz fazla kafayı
ama yine de takılır arada
tökezler
elini uzatırsın
sever seni emin

gider emin
uçurtmalar uçurur
fırtınalar kavurur
hep kendisidir emin

sadece çağrının ışığına el sallar
sağırdır emin

10.01.09

savaşa çalan beyaz

Savaşa çalan beyaz

bir beyaz güvercin

Tepemde.

Taklaları

Çevirmekte

Kağıdımı maviye.

İstiyorum seni mavi

Dudaklarını ölesiye

Öpmek de.

Ancak bak bir şahin

Senin tepende.

Dayanamıyorum gözüne,

Üzgünüm.

Benim gözüm onu da görmek de.


08.01.09

sanki hiç doğmamışsın gibi

Şen genç kız kahkahaları

Durmuyor

Güldükçe geliyor gülmesi.

İşçi

Kürek sallamakta

Yan binanın giriş katı tamiratında

Gün

Gülistan mevsime inat

Hayret

deniz bile kesmiş salınımını.

Hayat…

Sanki hiç doğmamışsın gibi…


08.01.09

bağrı açık şiir

Şiirler yazıyorum

Bazen de bağrı açık

Şiirler yazıyorum ben de

Kara basan çıplak ayaklı adamın,

Sırtüstü hüznüyle…


08.01.09

y(s)akin

Nasıl yakın şimdi.

Bulutların ardından

İçinden geçmediğim sokağın

Hayalet çekinikliğinde ki suratlı

-Derman apartmanında ki beş numaralı- sakini.


08.01.09

kelime

kelime

Sıkıştırılmış güncenin

Sıkıştırılmış beyniyle

Övgüler düzmekte gelişmeye.

İsyanı: sonu gelmez günceye.

Ve bilmekde:

Sonu gelmez yolculuğu ,

Sönmekte.

Sönmekte, sona endeksli girişlerin

Kirişinin zenginliğinde.

Gelişmenin mübahlığı zenginliği:

Girdiğiniz her kelime de,

Son kelime hevesiniz de.

Sönmekte ve sönsün de

Hiçbir son değmez

Doğru bir tek kelimeye,

Daha iyi yenilmeye…


08.01.09

nevin

nevin

Nasıl seviyorum kovalamayı

Yanımda yöremde kelimeler

Sokaklar ıslakken

Çağrışımlardan kentler kurmak

Kuşun kanadından

Camdan bakan nevine ulaşmak.

Nasıl yakışıyor bembeyaz gölün

Bembeyaz gökyüzüne

Tek başına avlanmaya çalışan martı

Ve gökyüzü ne kadar umutlu

Camdan bakan nevin için.


08.01.09

oluyor bazen

Oluyor bazen,

Yenilgi günlükleri döşenmek istiyorum hayata.

-Issız uzayın küçük boşlukları hayatımın

Can damarını tıkanık sandığım zamanlar-

Oluyor bazen.

Sana kızdığım da.

“Olmaya gidilirken ki renk

Anlamı olurken boşluğun.

Karanlıkta oynanan entity

Her nefeste bir renk keşfettirirken

Kendimizden,

Her bireyin her aşkın ve herkesin

Kendi kaderine tayin hakkına inanıp

Zıvanayı normallerine attığımızda ki

Değerliliğimizde;

Yargıcı, intikamcısıydık

(Ne çok çürükten, ellerimizle ayıkladığımız

Dirilik, bereket ve onur kokulu

Muşmulalar.dan ibaret suratımızla)

Değerlerimizin.

Ve sen ne güzel kimsesizdin feride.”

Geyikli gece sevdası gecelerinde

Esrarımın keşfindeyken sen,

Gidemeyeceğimi bildiğim

-senden benden herkesten-

Ağlamalarımdayken ,

Senin sevgindeyken ben.

Saklı rengin feride.

Ve O rengin büyüsünde.

"Lades. Bile bile.

bir cigara yakıyorum

Yakıyorum da kaldıramıyorum kafamı yalnızlığımdan.

Sonra boş uzun bir yol

Renkleri solarken çatının

Ve her nefes, tüketimken artık.

Gitmek, varoluşçunun mayası.

İlk dersi ebeliğin

-Bir bebeğin poposuna atılan bir şaplak.-

varlık muhasebesi.

Gökyüzümde ki ebemkuşağının

-rengârenk soluksuzluğunun-

Renklerini kuşanıp,

Kuşaksızlığı erdem sayıp;

Sokakta paltosunu açıp

Herkese çükünü gösteren adam

Cüretinde bulduğun kurtuluş.

şimdi gökyüzümde ki karanlık.

Mayamda ararken çözümü

Önce baba, dedi “sonsuz döngü”.

Mevzuu basitti, ama isyandı.

Hiç unutamadığım derin acım oldu. sonra.

Yakarak giderek gitmenin simgesi olacak

Babamı yıktığım yumruk.

Başı önde yeniği, görerek öğrendiğim o gün

Sonsuz döngüsü hayatımın.

Sonrası boş uzun bir yol

Yollarda

Boyunduruktan kurtulurken

Herkesin yaşam enerjisi dediği şeyi bulduğu yer

Yakılan yıkılan onca değer.

Söylesen

şimdi kendine ait iyilerini kötülerini

olsan

kendi yasanın intikamcısı

“ne gam.

Giden de o yüzden gitmiştir zaten”.

Bazen kızıyorum sana

Issız uzayın küçücük boşluğuyken,

Tıkandığım zamanlarda.

Sonra bi cigara daha yakıyorum

Üflüyorum normallerinin üstüne

Geçiyor.

Ebem başköşemde

Ebemkuşağı bilmem hangi gökyüzünde.

05.01.09

oluyor bazen. vol:sonsuz dönüş

Oluyor bazen,

Yenilgi günlükleri döşenmek istiyorum hayata.

-Issız uzayın küçük boşlukları hayatımın

Can damarını tıkanık sandığım zamanlar-

Oluyor bazen.

Sana kızdığım da.

Gökyüzümde ki ebemkuşağının

-rengârenk soluksuzluğunun-

Renklerini kuşanıp

Kuşaksızlığı erdem sayıp

Sokakta paltosunu açıp

Herkese çükünü gösteren adam

Cüretinde bulduğu kurtuluş

şimdi gökyüzümde ki karanlık.

bir cigara yakıyorum

Yakıyorum da kaldıramıyorum kafamı yalnızlığımdan.

...

İlk dersi ebeliğin

-Bir bebeğin poposuna atılan bir şaplak.-

varlık muhasebesi.

“Olmaya gidilirken ki renk

Anlamı olurken boşluğun

Karanlıkta oynanan entity*

Her nefeste bir renk keşfettirirken

Kendimizden

Her bireyin her aşkın ve herkesin

Kendi kaderine tayin hakkına inanıp

Zıvanayı normallerine attığımızda ki

Değerliliğimizde;

Yargıcı, intikamcısıydık

(Ne çok çürükten, ellerimizle ayıkladığımız

Dirilik, bereket ve onur kokulu

Muşmulalar.dan ibaret suratımızla)

Değerlerimizin.

Ve sen ne güzel kimsesizdin feride.”

Sonra boş uzun bir yol

Renkleri solarken çatının

Ve her nefes, tüketimken artık.

Gitmek, varoluşçunun mayası.

….

Mayamda ararken çözümü

Önce baba, dedi “sonsuz döngü”.

Basit bir mevzuydu ama isyandı.

Hiç unutamadığım derin acım oldu. sonra.

Yakarak giderek gitmenin simgesi olacak

Babamı yıktığım yumruk.

“Başı önde yeniği, görerek öğrendiğim o gün

Geyikli gece sevdasının entity gecelerinde

Esrarımın keşfindeyken sen

Gidemeyeceğimi bildiğim

-senden benden herkesten-

Ağlamalarımdayken ,

Senin sevgindeyken ben.

Saklı rengin feride.

Ve O rengin büyüsünde.

Lades. Bile bile.”

Başı önde yeniği, görerek öğrendiğim o gün

Sonsuz döngüsü hayatımın.

Sonrası boş uzun bir yol

Yollarda

Boyunduruktan kurtulurken

Herkesin yaşam enerjisi dediği şeyi bulduğu yer

Yakılan yıkılan onca değer.

Söylesen

şimdi kendine ait iyilerini kötülerini

olsan

kendi yasanın intikamcısı

“ne gam.

Giden de o yüzden gitmiştir zaten”.

Bazen kızıyorum sana

Issız uzayın küçücük boşluğuyken,

Tıkandığım zamanlarda.

Sonra bi cigara daha yakıyorum

Üflüyorum normallerinin üstüne

Geçiyor.

Ebem başköşemde

Ebemkuşağı bilmem hangi gökyüzünde.

05.01.09

beyin özrü

BEYİN ÖZRÜ

Şu yaşayış farklarına bak mesela. Sen gidip kocana, seninle benim aramızda bişey olup olmadığına dair fikirlerden birini seçip, kavga ediyor olacaksın. herşeyin çok arkadaşça olabileceğinin mantığını anlatacaksın ona. Aramızda bir şey yok, olmaz da diyeceksin.ve buna ikna etmeye çalışacaksın kocanı. Sanki onun bu durumun gerçekten böyle olduğunu bilmekten çok mutlu olacağını bilmezmiş gibi.

Yani aslında kendine de sormadığın bir sorunun, başkası tarafından sana sorulmasındandır belki oluşan bu katlanamadığın durum.

Ağzımda acı bir tebessüm duruyorum bense. Üstelik bu sefer konunun içinde ben de varım diyorum. Tebessüm suratımı kaplıyor.

Kontrollü değilim. Her şey haricimde gibi. Seni kontrol edemiyorum- ki kocanla içinde adımın geçtiği kavgalar ediyorsun-, kendimi kontrol edemiyorum-ki yapayanlız ve bomboşluk durumundayım-.çevreyi kontrol edemiyorum –ki herkes fili tarifler gibi bir taraflarından tutmuş yorum yapmakta-. Kontrolsüzüm,çıkışsızım yani. Çıkışsızlık ,bu yaşa kadar hep bir çıkış yaratmış olan birinin glup glup yapması durumu yani.

Kocanla kavga ediyor,araba bakıyor, arada beni düşünüyorsun sen. Neyin ne olduğunu bilmek istemezmişsin gibi sanki. bir dramın daha şaşkın seyircisi olmaya hazır gibisin yine tüm iplerin sende olduğunu düşünerek. Müdahalesizsin, küçük prensin notunu beklemedesin, ne diyeceğini nerde duracağını bilmezmiş gibi. Ya da bu safi zarar yüklü arkadaşlık kamyonunu benim boşaltmamı istiyorsun Senin de bilmediğin bir kuytuya.

İpler senin elinde ve her şey çok da olması gerektiği gibi aslında. Olması gereken muhabbetleri edebildiğin bir arkadaşın, seni dinleyen iyi biri var yanında. Kimsenin yapmadığı kurmadığı arkadaşlıkları kuruyorsun ve insanların rahatsız olmasından yakınıyorsun sadece. De. Daha yenice kocana benimle çay içmeye gittiğini söyleyip söylememekte ki kararsızlığın ve söylemenin sonucunda ki kararlılığın arasında ki her şey, de bu kadar normal ve olması gerektiği gibi mi yani. Ya da hayatta görünen görünmeyen bir sürü riski içinde barındıran bu güzel arkadaşçılık oyununun nelere rağmen oynandığının farkında mısın ki.

Günü kotarıyor araba bakıyorsun yine. Aklının bir tarafında da Cumartesi alacağın not. Bir de palio’lara bak istersenJ

Ve sana sordukların hemen aynılarını kendime soran ben. Göze aldığımın nelere malolacağı gündemini sıfırlamış başı dönmüş, ve duruma tanımlama getiremeyen bir ben. Nereye elimi atsam, orda bir deniz kestanesi bekliyor oluyor beni de. Dikensiz bir hayat değil istediğim,sadece dikenlerin sonunu görebildiğim bir hayat. Bu anlamda da çıkışsızım yine. Gidecek bir yerim, tutup yükselebileceğim bir dalım yok tanımsızlığımdan kaynaklı. Bir tanım gerek bana belki bilmediğim belki de unuttuğum bir tanım. Beni burdan çıkaracak bir tanım.

Ve aslında Artık bir tanım bulmuş hissediyorum kendime. Tutunup yukarı çıkmamı sağlayacak dalın ucundaki bir deniz kestanesi tanımı bu. Çıkacağım ve kestanenin dikenlerini seveceğim bundan böyle ki hayatta. Zeytinyağı sürmeyeceğim elime, ki dikenim hep korusun beni diye.

Neyse dedim ya bir çıkışım var artık. “küçük prens” ve benim çok “şeker” bir arkadaşım. Onlara tutunacağım ve çıkacağım bu dehlizimden.sonra onları,onların da tahmin ettikleri üzere eski yerlerine geri koyacağım binbir teşekkürle. Zeytinyağı sürmeyeceğim ellerime, şekerimin dikeni kalıp gidecek benimle bir kulak küpesi tadıyla.

“küçük prens” i seçtim çünkü herşeyi orda anlatabilirim. Her durumu bir evcilleştirme kavramına sokmak benim için kontolü de ele almak anlamında çok güzel bir ilk adım olacaktı. Seçtim prensimi ve tanımlattım ona kendimi.

“-insan yanlızca evcilleştirdiği şeyleri tanıyabilir”.

Bu bir güzel arkadaşlıksa -ki aksi yönde hiçbir beyan duymadım,söylemedim-, ve yükseldiği yer de kendini tanıma,tanıtma meselesiyse küçük prens buna bir tanım koymuştu işte. Insan yanlızca evcilleştirdiği şeyleri tanıyabilir.Bu anlamda işler hayli kolaylaşmıştı işte. Ya evcilleştirilecek bir arkadaşlık ya da evcilleştirilemeyecek.

Her şeyi bu derece kıstırmışken bir yardım daha gerekliydi küçük prensten ve tahmin edilebileceği üzre hiç de gecikmedi bu yardım çağrıma verdiği cevabı:

“- insan, evcilleştirdiği şeyden daima sorumludur”

ve

“sen benim için hala diğer yüzbin çocuktan birisin yanlızca. Ve benim sana ihtiyacım yok. Senin de bana ihtiyacın yok. Ben senin için diğer yüzbin tilkiden biriyim. Ama eğerbeni evcilleştirirsen, birbirimize ihtiyacımız olur. Benim için dünya da eşsiz olursun. Ben de senin için dünya da eşsiz olurum”

artık herşey çok netti. Dünya da eşsiz olacak ve daima sorumlu olunacak bir arkadaşlık olmayacak bu durum herhangi bir boyutuyla. Ve bu bakışın haricinde ki her yaklaşım da ,sadece bir sanrıdan ibaret olacak ;sadece hata ve günahlardan beslenen ve elde patlaması kesin olan bir dinamite dönüşecektir. Bu durumda yapılabilecek tek şeyi yaptım ve bu metinlerin yazılı olduğu küçük prens notunu küçük prens kitabıyla birlikte senin alman üzere hastaneye koydum. Ama çok şanssızdım, ne küçük prens ne de not ulaşmamıştı sana. Şanssızlık sorgulamaları da beraberinde getirir bilirsin. Yine bir sürü soru geldi beynime şimdi ne yapmam gerktiğine dair.yine bir çıkış noktası aradım kendime ve “küçük prens”in telif hakkı sahibi güzel şeker girdi devreye.

“sen daha emin değilsin, çıkmanın başdöndürücü kokusunu hayal etmişsin, içine çekmemişsin. Az daha soluklan doldur içini” dedi.

Işte yine bulmuştum çıkışımı. Birisinin bana durumu bu kadar açık biçimde söylemesi gerekiyordu işte. Vaktinde çok iyi bildiğimi düşündüğüm sonra zamanla unutmuş olduğum bu durumun birisi tarafından bana hatırlatması gerekiyormuş yani. Ve bu birisi de şeker oldu işte. Ve bu yüzden seçtim zaten şekeri.

Söyledi rahatladım. Başdöndürtücü kokumun tarifi imiş meğersem bir türlü yapamadığım tanım. yine en korunaklı ve dokun(durt)madığım yerlerimden yemiştim yani darbeyi. Dokunmazsan tanıyamazsın, tanıyamazsan kaybolursun. Ne de çabuk unutuvermişim meğer. Artık en azından küçük prensimin ulaşmamasında ki anlam da göstermişti kendini. Sadece doğrular kotarmaya yemez hayatı, yanlışlarımızın da anlamını bilmeliyiz ki doğruyu niye yaptığımızı bilelim. Yapamazsak en doğrularımız yıkacaktır bizi bir gün yine daha derinden.

Söyledi rahatladım. Vazgeçtim “evcilleştiremem” notunu sana vermekten. soluklanmak istedim. bir soluklanma kahvesi içmek istedim “şeker”siz. -Biliyordum orada orta şekerli deyince şekersiz kahve getirdiklerini. bu yüzden çektim kahvenin şekerine dikkati-. ısrar ettim gelmen için. Kahve şekersizdi evet. Daha bir soluklandım. Daha bir çok şey biliyorum yani artık hakkında. Derin nefes alışlarım da oldu. Bugün daha bir gözüne baktım yani. az daha soluklandım yani şekersiz kahvenin eşliğinde.

Doldurmadım ama içimi. etmedim bana batan ilk dikeni inkar. Küçük prensimi hemen hatırladım “insan, evcilleştirdiği şeyden daima sorumludur”. Sadece çıkmanın baş döndürtücü kokusunun tarifini yaptım. Sadece soluklandım, yüzüne baktım. İçimi doldurmadım ama. şekerimin bana hatırlattığı şey sadece kendini bilmekle alakalıydı çünkü. O benim yanılsamalarla yorgan yakmamı hiç istemez çünkü bilirim. Bu anlamda gittim soluklandım ve döndüm içimdeki sıcaklığıma. Gördüm dışarıda da güller var ama benim gülümün dünyada eşi benzeri yok. “Evet, yoldan geçen biri, benim gülümün sizlere benzediğini sanabilir. Ama benim gülüm tek başına tümünüzden daha değerlidir,çünkü onu suladım. Çünkü onu rüzgardan korumak için kavanozun altına sakladım. Çünkü onun tırtıllarını öldüren benim. Çünkü o, yakınmalarını, övünmelerini, hatta kimi zaman suskunluğunu dinlediğim çiçektir. Çünkü benim gülümdür o.”

“gülüne harcadığın zaman yüzünden gülünün değeri arttı”

gülüme daha bir emek harcamalıyım yani şimdi. Her zamankinden daha anlamlı kılınmalı, onun tekliğinin bir kez daha öğrenilmesi. O gittiğinde yaşama sevincimin de kaybolmasının anlamı bir kez daha anlaşılmadı mı yani şimdi. Küçük prens unutmamak için yineledi: “gülümden sorumluyum”. Ve hatırladım “oysa aradığım şey tek bir gülde fazlasıyla mevcuttu”. tek bir bahçede yetiştireceğim beşbin gülde aradığım şeyin olmadığı da çok açıktı.

“ama gözler kördür, insan yüreğiyle aramalı” dedi küçük prens. Ve yüreğiyle aradığın eksikliğinde yeri doldurulamayacak olandan başkası da olamazdı.

İşte böyle sona erdi baş döndürücü koku ve soluklanma ve yüreğinin aradığının yeniden keşfi öyküsü de benim için. En derinden çıkışında öyküsü denilebilecek sertlikte yaşanılan, başdönmesinden. çok taraflı bir mektup formatında olmalıydı dolayısıyla bu durumun tarifinin öyküsü de. Bu anlamda önce küçük prensin canını vermek pahasına yanına gitmek istediği ve dolayısıyla benim için de aynı anlamlarda olan gülüme yazdım bu mektubu gözü göremez yüreğiyle anlasın beni diye. Ve sonra başdöndürtücü kokunun sahibine yazdım bu mektubu : farketsin “aradığı göz, içinde ki gözdür” diye. ve son olarak şekerime yazdım bu mektubu çünkü bilirim bu naziklikte bir yararlanmanın yarattığı güzel bir tebessüm var şekerimin suratında.

Ve küçük prens, geceleri gökyüzüne bakmak çok hoş oluyor. bütün yıldızlar çiçek açıyor senin suretinle

demek için yazdım bu öyküyü.

Ve bir özür herkesten. bunca sıkıntıya katlanmak zorunda kaldıkları için, sadece benim bencilce yol arayışımın yarattığı kelebek etkisinin mağdurları oldukları için.

Hangi yarın vardır ki bir kelebeğin uçuşundan etkilenmeyen. Bir kelebek uçtu yanı başından. Kafanı çevirip bakmak istedin gayri ihtiyari. Gözün takılıp kaldı. düşünmedin onun kanat çırpışının hayatına etkisini. Kala kaldı gözlerin, kanat çırparken sahip olduğu gözlerinde kelebeğin. kafanı çevirdin aslında defalarca, ama o kelebek ve gözleri takılmamalıydı bir kez gözlere,hemen aranılan göz olduğu hissi uyandırıverirdi içerde. kafa durdurulamazdı yerinde, önüne bakarken de yanda kelebeğin uçtuğu sanrısı girmiş olurdu bir kere beyine ve git gel beyin böyle oluşurdu işte. ama biliyorsun unutmuştun “aradığın göz, içinde ki gözdür”.

İşte bu yüzden sırf bu yüzden sundum sana kelebeğin gözlerini, nereden ve nasıl bir derin yerden baktığını. o kanat çırpan ve kanatlarında ki her bir beneğin anlamını bilmek gayretinde olan ve bir günlük ömrü olduğunu bildiğinden bala yapışmaktan geri durmayacak olan bir kelebek. Bu cesurluk ya da olması gerekenin, hayattaki yansımasının bir etkisi yani sadece. Aldanmamak ve onun ölümlülüğüne üzülmek gerekir kanatlarımızda ki beneklerimizi farkederken. Kendi beneklerimizle nereye nasıl gidebileceğimizi farkederken. bu anlamda başdöndürücü salvoların sahibi kelebeğin gözlerini vermek istedim sana bir özür mahiyetinde. kapılıp da yok olmasını istemedim ayların en sonuncusunun da.15 inde biten bir ay daha olsun istemedim hayatında. ödenmemiş borçların her ayın 15 inde o ayı bitirip yeni aya bakmayı zorunlu kıldığı durumlar gibi olsun istemedim. kendi adıma borçlarımı bitirmiş olduğumu ve gelecek aya borçsuz gireceğimi düşünürken senin adına da bu ayın bitmesini istemedim dolayısıyla. Ayların en sonuncusunun bitmesi diğer ayların bitmesine benzemez çünkü bilirim. küçücük yüreğinin çırpıntılarını hissettiğimi bildiğim bir ayın,henüz 15 inde bitip gitmesine ve sonluğunun yüceliğinin farkında olmamasına dayanamadım. Sundum kelebeğimin gözlerini sana. Sadece yeni yılının hakkını verebilesin diye. son ay, son aylığını yaşasın diye istediğince.

“Evinden yenice çıkmış, tüm varlığı benekleri olan, ne yapacağını bilmez bomboş uçan bir kelebek işte” idi hayatın tek tanımlanışı. Anlamlarına döndü beneklerine baktı kelebek uçarken. Çok gerilerinde kalmış neredeyse rengini soldurmak üzere olduğunu noktasını gördü sonra ve onu bu hale getirmesinde ki haksızlığı gördü yeniden. Anlamını iade etmeli, parlatmalıydı beneğini bu bomboş uçuşunda en azından. Yokladı bir kez daha beneğini, yerinde duruyor muydu diye. Evet benek benekliğinden bir şey kaybetmemişti ben onu görmüyorum diye. O kendi ateşinde kavrulmaya devam etmekteydi yaşam denilen dehlizinde. Sadece benim üzerimde ki hali sönmeye yüz tutmuştu. Parlatmak istedim beneğimi; boşluğuma bir anlam versin, belirlesin çırpınışlarımın yönünü diye. Hemen parladı, ışığına gitmemi sağladı beneğim. soluklanmamı,tanımımı yapmamı sağladı kendi koruyla. Ve gülümün benim için ne kadar özel olduğunu hatırlattı küçük prensimizin de katkılarıyla. Dolayısıyla en büyük özürlerimden birisinin sahibi oldu bomboş uçuşumla yerini değiştirtirdiğimden dolayı. Ve bunu ondan izinsiz yapmamın vicdanıyla. Ama tekrar yazmakta fayda görüyorum

“bilirim bu naziklikte bir yararlanmanın yarattığı güzel bir tebessüm var şekerimin suratında”

ve yine dolayısıyla bu hikaye en çok da şekerime yazılmış bir hikaye olmaktadır iadeyi itibar yapabileceği umuduyla.

Ve son. Uçup giden ve arkasından sadece bakakalınan bir kelebeğe bakana. Gezegenimde yapayanlız kalakalan çiçeğe. Hepsi evet belki de hepsi sana ve senden olacak çocuğuma duyulan bir özlemdendi biricik sevgilim benim. Uçtum,uçtum başı boş bir şekilde ve bir bağ aradım kendime gaipten. Yeni güller, değişik gezegenler gördüm senden çok uzakta. Dönüp arkama bakamadım gitmem gereken yolun bitmesi gerektiği inancıyla. Bu gidişin ve dönüp bakamamamın mağduru sen biricik gülüm benim. en büyük özür sana tabii ki. özür dilerim tüm yaşattıklarım için ve teşekkür ederim yanına gelmeme gülümü hep sevmeme eşsiz anlayışınla izin verdiğin için. Özlemlerimin farkına vardım, yüreğimin sesini duyabildim sayende.eşsizliğini yeniden farkettim, diğer bütün güllerden farkını yeniden yazabildim daha doğru kelimlerle. seni ve çocuğumu tek anlam kıldım yani yeniden ve tüm benliğimle ve tüm eşsiz anlayışınla.

...

bir özür yani bu hikaye, tüm adı geçenlere. gözle değil yüreğiyle göreceklere...

bir özür yani

bir beyin özrü

...

2006