25 Nisan 2009 Cumartesi

tutku

gittiğinde
------ki bildiğim tek gerçek budur-
adını aşk koyduğum savaş
------ki bildiğim tek ölüm sebebi budur-
tutku’dur.
-----ki bildiğim tek sonsuz budur-


geçmiş zaman bastırmalarımın
geçersizliğine sebeptir, kabulsüzlüğüm.
ve dün
-gürül gürül bir nehir içinde bir adam
nehrin acımasızlığına ve akıntısına karşı;
işkence, insanlık suçudur dirayetindeyken-
teferruat olan
ölüm,
gittiğinde bıraktığın kabulsüzlüğümde
bilinen tek gerçektir bugün.
.
.
.

ve ölmemişse
nehre mani olamayan beden,
sanılmasın güçlüdür
nehri terk ederken.

tutku sonsuzdur çünkü;
ölüm gibi.
ve bitmeyen savaşlar
en çok tutkusuzları öldürür
kirli savaşa kapılıp gidenler gibi…

ve reddedilemez sonsuzluğun çağrısı…
güçsüz bir ağacın nehirde çürüyen kökleri
şiir olur
toprağa, suya, gerçeğe dair.

bilinir suyun kirliliği değildir kabullenilemeyen.

ay dede

kafamı kaldırdığımda gölün üstüne
yakamoz dağıtan bir dede görürdüm
ve torun sevgisini

hüzünlü gözlerinden sevgi fışkırtıp
umutlu masalları balkonuma taşıyan...
...
ve akşamüstü
ölemezdağı kızarırdı
doğanay gözlerime bakardı.
anlardım dedemin hüznünü...

çakal ve kadın

aydınlık , besili bir günde
nan-kör bir uyanıklık yürüten köylünün
karadüşlü gözleri ,
kara kelimelerle örülmüş
sığın-ak-sak kulubesi içinde
kelime kelime idam sehpaları kurar geçmişe.

setsiz sular akar, göz alabildiğine kara.
değer yıkılır, barajlar yıkılır
gözün alabildiği anne çocuk vesaire
değerler yıkılır
sığın-ak-sak kulübe içinde.

davetiyeler basılır matbu,
avının etrafında dönen
ve enerjisiyle nefessizliğine tokluk yaratan
çak-al keskinliğinde.:

“-günahsa gerçek kime ne;
sen de ak, sineğin yağı mahkumiyeti düğününde;
kazanamadığında yıkılsın sevap
bir karadüşte “
.
davetiyeler basılır matbu,
nefessizliğe tokluk derdinde köylü:

“söz birliği etmiş apıçaralarının
çöl kokan kelimelerle emzirdiği
sevgi-li hanım efendi-siz boşluk bilir misiniz?
sek sek, seke seke aşılanan nice ağacı bilir misiniz?
sekiniz adım adım, adınız olsun antsızlığınız
dendi mi hiç size.
e durmayın emsenize.

adım adım sevgili hanım.
her adım bir çocukluk sevgisi
korkmayın lal olası dudağımdan,
kapatma gözler sizinkisi
siz hiç çocukluk ezmediniz değil mi?

kelime kelime şiir olur yaşam,
buldozer olunur, ezilir ezan .

ve rüzgar ve fırtına ve ve çöl ve göl ve sen ve biz ve kan ve ter
hepsi emrinizde
uyanın
sonu yok dibin

durmayın emsenize.
gelsenize önce bize, sonra yavaş yavaş kendinize
kelime kelime”

kadının söylediğidir:
ah ne cesur gözalabildiğine seller sahibi gözleriniz
her rüzgar emrinizde; leşleriniz olmuş, dün gidemedikleriniz.

acır içim ah!
gözün alamadığı suskunluklarda yaşayan,
silemediği büyümüş çocuğuna bakan anneye.
ve gözün varamadığı
iyiyle kötünün birliğinin evinde
öğrenilemeyen barış’a.

ve yolun yarısında
kardeş kazancını mağlubiyet belleyip
belleğinizin siyah noktalarında çıkan yağı
varoluşçuluk belleyip leşleştirdiklerinize ,
göz diktiklerinize.

biliniz
göze alamadığınız dipte anneniz

bir saksı, bir kök
değer her kelimenize.
ölsenize…

ateş böceği

siyah beyaz fotoğrafın yanında ki çentik
cesurluğu suratı,
kuzey kutbu kerterizli gözleri ile
bir reddiye maşuğu
ısınmamışken günlük kuzine sadakalarında
ve
titrek bir gaz lambası ışığı ağzı ile
adım atamezken;

bir ateş böceği
kendi mecburi istikametinde
- sorulmaz yaşadığı ışığı nerden bulduğu-
delice umudu
gelir yapışır
titrek ışıklı camına.
-sormaz ayaksızlığı-

bilinir
bir onurlu kış
bin muhtaciyet doğurur da,
bahar geldiğinde
ışığa yapışırsa bir can
kışı görenin baharı yaşayamacağında değil
ışığın umut adında yaşamasındadır
cesaret

ve doğa dengesini buldurur
mevsim baharken
yaşar ve ölür ateş böcekleri.

ve kış değil bahardır intihar mevsimi.
hak verene.

çocukluk marazlarım

gökyüzü , toprak ,su ve zaman
her zamanki sonsuzluğunda.
sen de.
tarih gibi değişen isminle.

henüz sabah oldu
çimlerin ıslaklığında
varolan sonsuzlukla güreş yapar gibiyim
çocuğun neşesi içinde.

dört nala gelir hemen yanımıza
adını tarih sandıklarım.

ve

sandıklarım açılır.
haksızlıklar içinde nefessiz bir el,
gül arar kendine
muhtaciyet içinde.

bitmez kelimelerim
isimlerinle

gerçek peşinde dudaklarım.
adı muhtaciyet.
aşk gibi,
dün gibi.

çocuk kendi neşesinde

bahar

ne çok baharlar geldi geçti hayatta ki
aç değiliz.
ne çok üşümüşüm ki
ısınmıyor içim.
...

yarı

derenin karşısında durmuş
el uzatırlar kurtulasın diye.
tanrıdan korkarlar,
anlamazlar meydan okutanı.

sen önce diğer yarımı kurtar ey kul.

söyle! kim astı uçurtmamı göklere.

ser den geçme halidir serseri
senin hiç korkmadığın olmadı mı?
o zaman kork
burada kaldı yarın

açlık

ne kaçacak bir yer,
ne kurtarıcı ölüm
yetişir babasının derdine.

aynı mevsimde
insan boyu dalgalarla boğuşur kimileri,
kimi sığda oynaş peşinde.
acı kahve içer kenarda şair,
uçurtmaya bakar hayal gücü çalışır akran.

hamile yine annesi.
isyan doğurmak ister babası.
ikisi de açlık doğurur da
uçurtmaya bakar hala bir akran

5 Nisan 2009 Pazar

migren

bir ağrı ki
kaldıramıyorum başımı
zorla sağ elini kullanmak zorunda kaldığım
solak günlerimin
çocukta migren olmaz ciddiyetinde ki doktorları
ve saçma ağrı kesicileri ile
öğrendiğim çaresizliklerim
ve bundan ders çıkarmayan otorite karşıtı tanı’m
gereği yokmuşsun tanrım.

boşuna aramışım
kırılan narın tanelerinde
gerçek bir ten

ve bir yoklukda bütünleşmek seninle
hangimizi var edebilir ki
ateşin keşfedildiği zamanlarda…

korkunç gürültülerle yıkılacak
eli kırbaçlı büstler!
ve bir nar parçalandığında
etraftaki beyin parçaları yakacak
isyan bilmez doktorlarınızı bile.
işte
o gün geçecek migren

mahcubiyet

çarpık kentlerin

düzayak girilen evlerinde

illegal coşkuyla içilen çay

ve kaybolan kuşlara övgü dizeleri

mahcup bir kazananın vazgeçemeyişiyle

sevişir de

bir çocuk bir kuş uçuramaz göğe

lades

acır ladesim
göze alışların sönerde bir gün
titreyen mumun alevine muhtaç kalırsan
kötü yapar bu seni.

ölemez dağı

suya yansımış yüzü
bir koca dağ:ölemez
ve
hepimizin üstünü bir baba şefkatiyle örtmüş
bulutlar

sır dolu
bir ayna. : su.
gözlerini geri verir bakana.
içinde balıklar yüzer,
kıyısında bir çocuk heyecanlanır
tıpış tıpış yüzen maceracılarla.
engin düş
dünyası
bir çocuk
sureti
suyun
dip kuvveti.

ve suya yansımış bir yüz
bir koca dağ: ölemez
sureti : bulanık,
bir koyu gölge.
heybetli ve yoksun.

uzaklarda kaybolunmuş bir ölü zaman .
ölemez dağı
çocuk
su:
uzak gerçeklik.

ve tıpış tıpış yüzen balıklar
içinde;
hiç suçlu yoktu.
uzaklarda zaman durmuştu.

gerisi yaşam

bir yaşam ki kaybolmuşum.
isteyen gülüşlerim var gece yarıları,
isterik.
ve oltanıza değmez değerlerim var
ister-ik gülüşlerde kaybolan.

kaybedeceklerini sıfırlamışın pervasızlığında
muhtaciyetim var.
gece yarılarına,
oltalarınıza.

gerisi yaşam,

afeti devran

bir kavgada yenilmiş
üstü başı kan revan yürürken;
sokaklar benim ve sokak hayattır bilinciyle,
küfürlü şarkılarımın
tezatlığında yaşanan bir perşembe akşamı
çareziliğinin terminalinde ,
beklerken sabah olmasını
ve bir lekeli ceketin
altında uyumaya çalışırken sessiz ve kimsesiz,
gördüklerimdir dizelerim.

suratıma çarpan rüzgarla başlayan
-kaybetmesiyle meşhur- doğa
bir zona misali refleksleriyle
gösterdiğinde afetlerini
şaşkın, çaresiz ve dağınık kalan
kazananlar
önlem almış kişinin doğadan öğrenmesine
girmeye çalışır ceketimin altına
savaşma seviş iğrençlikleri
tebessümleriyle…

oysa
günlerce yiten
atomlarca parçalanan umut, yaşam olmuş.
fark etmiyor terminalde sabahlayan bir görünmeyen için
şimdi veya az sonra kalkacak otobüsün istikameti.
zira kalan, kalakalmış biletsiz bir yaşam.
ve
şeytan rüyalarına mecbur bırakılan bedenin
uyuşuk kabullenmişliğinde
devam edecek kazanmalarınız,
yüzünüzde ki tebessüm.

ancak, korkularınızdır
doğal afetler.

hayaller sokulur karanlık gecelerin uykularına
hadım hayaletler sarar devranı.

ve bir çocuk fark eder
rüzgarın ayıltıcı etkisini
-amca üşümüyor musun.

farkındalık doğurtur rüzgarın bebeğini.
ve afeti devran hınç
parçalar cam tavanlarını
korkuları,
doğal afet olanların.

üşümek
hınçlandırdığında boşluğu
almaz ceketimin içi
çirkin gülüşlerinizi
ve
kabulenmeyi değil
isyanı yazar tarih kitapları
ve
babam
soğukta üşür
zona denen hastalığına şaşar,
depremde ki şaşkınlığında suratı.

zihni sınır

zihni sınır
özgürlük dediği fahişeye.
güzel günlerin
nal asılmış kapıları
değmezmiş
değerliliğine

uzakların türküsü okunur
gecelerce minarelerde.
hem dinler hem söyler
bir müezzin, bir sen
unutulmasın evet bir de kedi .

fular

bir sensizlikte buldum
kendimi.
gittiğinde
atlamadığım uçurum:
aşkın korkaklık tabir ettiği,
sizin normal dediğiniz yaşam.
oturttu beni
misafir minderine.
şiirler okudum. kuranmışçasına.

boşalttığın sokaklar,
imgelerim olmuş,
coşar koşar giderim deliliğimle
tarifler,kelimeler,bilgeler ararım.
kaybolmuşun
yenilgi günlüklerinde ,
sokaklarda koşarım delice.
sokaklarda yokluğunla.

yokluğunda
şairler anlatır
çölü rüzgarı yağmuru .

tariflerindeki eksikliği
sen sanırdım önceleri.
oysa yoksulluk çekilirmiş en çok
sırça köşk eksikliğinin nefreti
sensiz neyleyeyim kabullenişinde
son bulmuş da
yağmur çarpan camekanların
gözünün önünden geçen mevsimler misali
yokolmuş kalabalıkları.

“yok”
olmanın sınırında
uçurumdan atlamayanın
dinginliğinde
-yaşamın
misafir minderinde-
şiirler okudum. kuranmışçasına.

ve ağlamaklar: sokakların her birinin başında.
mahçup ve tövbekar bir asinin
delice koşularının molalarında.

bilirim yağmur da, rüzgar da, çöl de
ana cadde hiç de;
sensin.
bu tarifini okuduğum yokluğundur gerçek.

ve susuşlar :
önce karanlığa,sonra herkese.
yoksulluğun, yorgun çıplak ayaklı
“boş”vermiş benziyle;
sürer seyir,
minderinde.

ve koşuşturmalar:
ismaili kurtaran ve onun yerine uçuruma atılan
kurgu isimli fular,
yoksulluk sokağının pervasız tepinmelerine
bırakmış imgeyi de,
başeğmez bir yoksulluk
çökmüş şiirin üstüne.
sokaklarda koşarım delice,
kaybolmuşun
yenilgi günlüklerinde

ve günlerden Çarşamba oluşunun
ne ilgisi var sensizliğimle
kendimle ve seni özlemeyişimle.

bildim.
benim işim şiirle.
yokluğunda kavuştuğum kelimelerimle.

topal

topal

sek sek şampiyonuymuş mahallede,
anlatmaz pek.
yanıma gelir. işi gücü beni takip etmek.
tahtayı tutuşum, hızara veriş şeklim.
ne öğrendi derseniz,
biliniz o tam bir beceriksiz.

normallikler ederim ona.
para verir, saçını sever,
hep ödüllerindiririm beni sevişini.
hal hatır da sorarım. iyidir der.
bilirim iyidir.
ama biliniz o tam bir beceriksiz.

geçende bir yazı geldi.
sek sek şampiyonası davetiyesi.
sordum.
evet gideceğim dedi bacaksız.

ben hiç bilmem sek sek.
gittim gizlice seyrettim ama şampiyonayı.
beceremedi beceriksiz.
anladım ki:
protez olmayan bacağımı biraz fazla kırıyorum tahtayı tutarken,
o yüzdendir mahalle marangozu kalmam.

ertesi gün denedim bacağımı daha az kırmayı
hemen anladı kendisini seyrettiğimi.
o gündür:
çırağımla olan kardeşliğim.
ya da ustamla.

...
ey bakmayı bilmeyen gözlerim,
çölü güzelleştirenin içindeki kuyu olduğunu bilmeyenim.*!
bi bacaksız kusrumdan teknik yaratmışda,
ben oruspumdan kaçmışım.
gittim diyelim.
aynam sandığım,
sandığına bakmadığım o güzel
birgün bana sizi şikayet ettiğinde,
ben ona ne söyleyeyim

* :

OBSESİF - KOMPULSİF BAŞARI KORKUSU

OBSESİF - KOMPULSİF BAŞARI KORKUSU
tüm olması gerekenlere bir karşıtlık olarak organize olmuş yaşamımda, burcuma ve ismime ilk karşı’lığım.
pislik içindeki evden kaçıp, her binenin ne kokuyor yahu bu araba dediği arabaya sığınmak ve sürmek.saatte 90 km.
çizgiler sıralı ve kopuk.
artık alıştım. sanırım 50 çizgide bir oluyor adını anmam. korkuyorum yanımda birisi otururken, ya duyarsa ismini diye.
sıklıkla durup bakıyorum: şu uçan kuşa çarptım mı acaba diye. tanrım ne büyük felaket şu kuşların birisinin ölümüne sebep olmak. ne bitmez kontrol kıyamadıklarıma. sanırsın cesetler dolu kasabanın tek yaşayanı,atlamış sahipsiz kalan bir arabaya, kaçar kasabasından. bir kuş gibi.
hayır bu değil,çıktığım kasaba. kızdırmayacağım bu kez babamı. ama kuşa çarptım sanıyorum bu gerçek. ve sen. sen de gerçeksin, her elli çizgide bir ağzımdan dökülen ismin kadar.
ve sapkınlıkları bünyemin. ben en çok arabada sevişmeyi severim bilirmisin. yolüstü sevişmeleri kurmaya çalışırım beynimde ve bazen de sevişip oh derim 3 günlüğüne.
oysa hep kök anlatır kelimelerim. bir kahvenin müdavimi olmayı över geçmişim.
bir karşıtlıktır bunca pisliğim ve zayıflığım.korku iliğimde,izin vermez gerçekleşmeme. korkarım ya gerçekleşiverirsem de ölürsen diye. durur bakarım 50 çizgide. hızım hep saatte 90 km.

elif ile gemi

cehennemin ortasında,
ne yana kaçacağını bilemeyen
ağzı ateş, gözü ateş bir elif.
koşuşturur durur cehennemin iki girişine.

hangi kapıyı açsa, sanır
yangın saracak dünyayı.

cehennemin ortasında bir elif.
Ortadoğulu bir devletin ve
namusun ve korkunun çocuğu.

açamaz kapısını cehennemin.
emir tektir:
oruspu ya da deli-l ol
ya da kulu yalnızlığının.


ufukta bir gemi,
havayla birlikte aydınlanan.
sanki görünmek ister,
göründükçe karanlığından kurtulmak.
sanır elif,
sanki el uzatsa gemiyi batmaktan kurtaracak .

karanlık,
dalga dolu özlemlere kifayet giydirme gecelerinin birinde;
bir göz fe(ne)ri büsüyüne kapılıpda,
aldırmayıp yapılmamış yamalarına,
düştüğü bir hayali ada yolculuğunun sonunda gemi.

karanlıktan kurtulup ,
şehre ulaşmaya çalışmakta.
yanında ne gözü var ,
ne feneri…


ah
her biri hadi sevgili olsunlar diye bekleyen
sevgililerim.
ne gemi ,ne eliftir kırabilecek olan
devlet babanın kutsal korku zincirini.

bu akşam

bulutlar kararıyor sanki hava yerine.
akşam ışıklar yandığında akşam şehirliye, ya
burda da pek normal değil, bu akşam.

suskunluklar biriktiriyor içinde.
yaş kurumuş, içine akmış gibi
kararmış bulutlar.
her biri,
bir tek bulut gökyüzünde.
fırtına beklerler ve kuvvetli çarpışmalara hazırlanır
bitap vücutları,
şimşekten korkmaz kaybetmişlikleriyle;
beklerler umudun ilahi dokunuşunu.

tık

bırak söylesin ne söyleyecekse
yoksa sen
hayat zor dostum dan başka bir şey söyleyemeyeceksin
gürültüsüyle
beyinden toprağa düşer şimşek

usul usul yağdığında cezbettiği
altında ıslananlara, camdan bakan Nevinlere inat
suskunluğun çığlığı müzikteki
şimşekler düşer toprağa.

bu akşam, burada, benim gibi.
ve bir göl kabarır
bulut geçer
gözyaşları çimen olur yeryüzünde
masalında bir genç kadın
kendisine çekilir,
camdan bakar nevin.

3 kelime 3 ahkam

:

incecik ve aşılamayan bir çizgi,
özgürlük diye koşulan.
orda her şey serbest,
delice.
dünyada olunmadığı gibi.

:

uzatır başını suyun içine
kayıp bir yüzük arar gibi hali.
beklersin çıkarsın kafasını.
o ,
ıslaklıktaki çekimde yummuş gözünü.

:

gerçek

dolunay

İnsan hep korkularına baka baka yaşar.dersin anne!
peki aydede?

neden her dolunayda ayin yapma isteğin?
ve coğrafya da anlattılar med ceziri anne.
dünyanın bir yerlerinde med cezir olurmuş.
onun sebebi de aydede anne.
neden anne?

...

bir taş yanar içinde.
kimileri. güneşe olan aşkı, kavgası, tutkusu der.
kimileri ali’ye benzetir taşı.

hilal yaklaşır h-arlanır,
sondördün uzaklaşır, h-arlanır.

Her evlilik de kıştır kızım
Ay görünmez.

med cezire gelinir,
taş,
yanar.

araf der, ayin yapar zevzekler.
meni kokar caddeleri.

ay küser gider.
ya kışı yaşar,
ya zevzeklere kalır dünya.
Taş yanar.
...

körebe:
önce ebelenmemeye,
sonra ebelemeye çalışan çocuk.
ya da tam tersi.

o karanlıkta:
.

o yüzden her dolunayda
sana tekrar aşık oluşum.

güneş gibi, ali gibi yüzün.

dolunayın taşını sev kızım.
tanı onu,tanı gözünden.
İnsan ancak kendi olunca,
bütünlüğündeyken
görür dolunayı
unutma.
biz orda yaşamak istiyoruz
Dolunayda.

bu ayin başka kızım.
körün tuttuğunu siktiği dünyada,
karanlıktan kafası tutularak çekilen
bir bebek için
anneannenin serdiği seccade ağırlığında
bir ayin

...

-yine anlamadım anne.
-şu aynayı tut ona kızım.

O anlatacaktır.

bak orda

Ölüm,
Genelde
Mutassıptır.

Duvarı parçalamak
Bir vasiyet olarak
Konduysa da sol omza,
kıça baka baka kaçılan tüm korkular
Ve şans,
Konar sağ omza.

Bir kuş,
Omuz olur,
Kanat çırpar gökyüzünde.

Her yerde
Ve Evet sevişirken bile…

Ölüm,
Genelde
Mutaassıptır

Ve dip arayan gözler,
Gözleriniz çevik.
Göremez.
Bir kuş uçar
gökte

yağmur değil

Çizmelerini giymiş ,
burnunda altın hızmayla
kapıdan çıkarken sen.
bir yabani kuştur.
çıkar gider gökyüzüne…

hala damaktayken dünkü çayın tadı.
fırıtnalar estirir, kusturur adayeli .

parçalanmasında gökyüzünün
yere düşen yağmur değil, tutkudur .
ten kadar bedensi
her dokunuşta sarsıcı
fırtınalı güzellikler sunan
rüzgarıyla.

Hala damaktayken eski çayın tadı
Tüm erkeklerin
Ve dahi kadınların
intikamlarında
Doyulmaz doldurulmaz bir boşlukken

Film sahneleri kopukluğunda
--
Evcilliğe isyan haykırışlarıyla
Boran bir yabani kuştur gökyüzünde.

korku tüneli

SEN

bir kere bile kondüktörün bindiği vagona göre trene atlayan
Kaçak yolcu bir çocuk olmamıştı.

Ve o denli cesur şimdi suratı.
Hani haydi desen bir kaçak yolcusu olacak
Dün yapamadığının
Bugünkü telafisi diyebileceği yaşamının.
O denli cesur şimdi.
İnat
tüm korkularına ebeveynin.

İnat tüm sosyolojik gerçeğine bir bebeğin.
-Genetiğiyle oynanmış domates hayatın
Salçalıktan hemen önceki zamanında-
Bir İnat ki bu anne
Tüm söylediklerine tamam dediğim bu günde
Başını dikmiş bakmakta ikimize.

Çıplak bir sen ve çıplak bir ben
Aynanın karşısında dikilmiş
Şaşarken cinsiyetimize,
Balkona her sene yuva yapan
Sora yavrularıyla uçup giden güvercin
Seyretmekte bizi pencerede.
O bize şaşkın biz ona.

Kanatlarındaki tüyleri hiç yolunmadı
Ve uçtu gitti yavru güvercinler
Balkondan hiç düşmeden.
Ve güvercin şaşırmakta
Biz neden hala evdeyiz.
Ve şimdi neden karşısındayız aynanın

Yada söyle artık anne.

Bak yara orda
Kanamakta ikimizde de.

BEN

Bir adam oturmuş balkonuna
Merasimini izlemekte bulutların
Bir sütlü kahve, ece ayhan, defteri var
Masasının üzerinde.

Kah defterine dökülmekte sigarasının külü,
Kah –kafası bulutlara dönükken- üstüne.

Havayla birlikte denizde kararacak birazdan.
Karanlıkken, bulutlar ve deniz de yokken
Olacaklar var şimdi aklında.

Dört bir yanı saran açlık kokusu
Ve hepsine yetecek kadar kelimesi
Dökülürken ceplerinden
Ece ayhanın kül tablalarını hiç sevmemiş olduğunu
Fark edecek,
Bir serkeşlik girecek evine

Kimseye ihtiyacı olmayan
Dik başlı bir ihtiyarın
Tüm esrik fantezileri eşliğinde
Yalnızlık edebiyatı yapmayan bir müzik dinleyecek
Birası da masasının üstünde.

BENDEN İÇRE

Serin mi hala kelimelerim?

Bırakıyorum yansınlar.
Bilirsin ateş sarmazsa her yanı
Doğulmaz küllerden.

Bırak dağılmasın bulutlar
Her bulut bir ben olsun,
Çarpışan gerçeklerden düşen her damla
Temizlesin geçmişi.

Geçerken bulutlar hızla
Geçmiş yağmur olmuş akarken gözlerimden
Bilirdim ki annemim açlığındadır
Bebekliğim.

Haydi anne.
Görmüyormusun her yan kan revan
Ne yakılcak kaldı geriye ne yıkılacak
Haydi anne doyur açlığını
Doysun tüm erkeklerin penisinde
Yada her neredeyse

Odunla dövülerek çıkarılmaya çalışılan şeytan,
Bırak açsın gözlerini.
Korkma ne yakacak ne yıkacak kaldı geriye
Yeter tatmin edilsin idin.

Bırak
Yağmur yağarken
Kendisi vursun odunu kendisine
Bırak ıslansın geçmiş
Yıkansın kül
Yoksa biliyorsun
Sönmeyecek ateş.

Bir ölümün sonrasında gelir tövbe
Gelir ki, karanfildir.

BEN

İnsanca sürdürülmeye çalışılan yaşamın
“Gerçekleri ararken parçalanmış suratı”
Adamın suratı

Bulutlar geçerken hızla gözünün önünden
Tam gözünün önündeki bulut.
Bak bu giden.
Masken.

Adam içeri girer.

SEN

Korku mayası bebeğin.
Ve gittikçe derine korkusuzca
-tüm öğrenilmiş cesaretiyle-
Bir ben yaklaşır bedene.
Önceleri sinsi
Sonraları paronayanın etkisiyle.

Hergün balkondan seyredilen banliyö treninin
Kaçak yolcusu olacak kadar cesur
Ve bir güvercinin kanatları kadar güçlü
Saldırgan erotik ve doğuştan
Yaklaşır. Boşluğa

Bir yoksunun öfke dolu
Sınıf bilinciyle ve bir mazlumun
Çaresiz hak arayışıyla sorar.
Bir güvercin ancak tüyleri yolunduğunda mı
Düşmez balkondan.

...
Uzun yolun kısa sonu
Kızının gözünde göremediği korku
Kadının gözünde
Seninse özündeyse.
Bırak patlasın anne.

….

beklemek

bir kurgu
dünden gelen,gelecekle biten
bazen bir başkaldırı
öznesi sen olduğunun nesnesine
bazen bir harita
durduğun yerden, olmak istediğin yere

beklemek ve ummak: zamanı,insanı,kendini.
yürüyevermek isterken ayağında ki gücü kesen, garanti hayatın
akşam ki garanti ekmeği
ve yine süregiden beklemek ve ummak.

ne duruyorsun be at kendini denize dese de şair
çürüyen yanlarınla bekle beni diyebilecek güçteyse beklenilen:
çürürsün

kor ve farkında mimikler

bir acı duydum kulaklarımdan bedenime yayılan
bazen bir dokunuşta tüylerim ürperirdi
onu andıran. hem erotik hem umutlu...

bir kız çocuğu gülüyor uzaktan
yakında ağıt yakan kadınlar var
bir karakor düşmüş ocağa belli
gözler kulaklar dikkatler
kül ayıklama peşinde.
kor dokunulamayacak kıvamda hala
ağıtçılar ise küllerden korumaya çalışmakta.
ve için için yananı seyretmek zorunda bir zaman daha

bir kor yanıyor orta yerinde bir kenarın
ve bir göz kendini seyrediyor tüm soğukkanlılığıyla
ne yananın kırmızı feryadı, ne uzaktan gülen göz uğraştığı
bir göz kendini seyrediyor tüm yıkıcılığında
ve bir şiir yazıyor güce dair,özgürlüğe dair

ah ne gam
biliyor kor
ne güç, ne özgürlük, ne tüm yıkıcılığı kırmızının.
hiç bir şey kutsal değil
benim kabullenişimden.

bir kız çocuğu gülüyor uzaktan
tüm sevecen, mimik dolu suratıyla.
ağıtçılar koru soğutma çabasında.
hala kül ayıklıyorlar bilmeden
korun külleriyle bir bütün olduğunu.
kül hem ölüm hem toplam çünkü
kül hem bir varoluş ve hem de bir umut.
ve çünkü ancak içinden çıkarabileceği bir kor
alabilir. yanmışlığını.

bir umut bir hayal ve bir ada düşü
bütünüdür şimdi günün kabullenişinin.
ve ayıklanamaz hiç bir ölüm
bütününden.

Bir acı
Kulaklarımdan bedenime yayılan bir erotizm
Hem manik,hem depresif
Bir kız çocuğu gülüyor uzaktan
Ağıtçılar ağıt yakmakta hala
Bir seyirci göz kırmızı.uzakta
Ve hayat hala aynı haksız acımasızlığında

Bir kız çocuğu gülüyor uzaktan
yanan ateşin suratına yansıyan
farkındalığında mimikleri.
...

aşk gibi

nefret nefret nefret
kimin çocuğu!

ve tüm "yok"olanlar -sizler-
toplu mezarlığımın alkışçıları:
acı-ma-sız bir savaşın
"yok"lukta kesilen tavuklarısınız

aşk gibi

yansıtma

http://www.fileden.com/files/2008/12/31/2246817/dal.mp3

kıyılarında
siyah ve beyazın.
elinde,
bilindik karma tavlasında
atılan zarlar.

gözünün önüne,
geçmiş insanlar gelir,
buralarda hayat varmış, ve ölmüş insanlar;
mistik kavrulmaları;
ve
gelecek yüzyıl gelir:
korkularınız yarınlarınızdır;
kahin ızdırapları da.

deniz kenarında taş sektirmece gibi eller cepte yorgunluğumun
attırmadığı zarların, fark etmez ne geldiği.
sabırsızlığından korkmak,
ölümü hatırlamak
olmuş ellerim.

yaşam dolu ellerin.
hipermarketlerin,
aktif gecekonducusu tetikliğinde
kazanıp ,koşma niyetindesin.


ışıklı şehirlerin,
bohem kalabalıklar menileriyle dolmuş
kelebek cafelerinde de,
gözler toprağa bakar bilrsin.

ölüm de çeker yaşamda

isterim
bir gün ver bana.
özgür olayım.
bilirsin ,
ölüm bulur
birimizi beyazda, birimizi siyahta.

serin yanlızlıklara övgü

çok serin bir yalnızlık akşamı
bir sarmaşık .
-kasıklarımın hemen üstünde kökü-
damar damar beyinden
sıcacık bir el emri alır.

bir el
misafiri olur
kendisinin.

buz gibi suratı
sevmek, inanmak ve güvenmekse aşk, ezberi ile,
kapıda karşılar beni:
kök.

çok serin bir yalnızlık akşamı
bir ev,
aralık duran kapısından soğuk alır aynı dakikalarda.

ve aynı zamanlarda bir köyde,
papatya zamanını sever her bir insan.
ve bir gül görsün ister papatyalar içinden.

bazen en koyusu güllerin,
pespembe başverir tarlalarında.
ve her bahar misafir olur köylerine mazhar osman.
elinde poşet
düşer koyu gül peşine.
köylüyü gülden, gülü köylüden kurtarır.
en karanlık korkulara ilaç
esans üretir hayal atölyelerinde.

o yüzden anneleri
çocukları hep uyarırlarmış güller konusunda,
ve korkuturlarmış da.
sevmek,inanmak,güvenmektir aşk der,
koyu olmayan gülleri koparanları bile
bu ezberle karşılarlarmış:
soğuğa kapalı kapılarının ardından.

çok serin bir yalnızlık akşamı,
kasıklarımın hemen üstünde
başveren bir gül,
sarmaşık olur sarar beynimi.

bir el,
arar geçmişi.

"bir yıldızda yaşayan bir çiçeği seviyorsanız, geceleyin yıldızlara bakmak hoştur. ve geceleri gökyüzüne bakarsın. herşeyin çok küçük olduğu gezegenimi gösteremem sana.. belki böylesi daha iyi. yıldızım senin için herhangi bir yıldız olsun. böylece gökyüzündeki bütün yıldızlara bakmayı seveceksin..."
<_script>embeddable();<_script>

bir yıldızda
bir gül:

öğrenilmişlikleri olmuş ezberi
ister kendisine bir mühendis ailesi.

...
çok serin bir yalnızlık akşamı
bir papatya mevsiminde,
ölüm korkusu
ve ne güzel kokusu pespembe gülün
karıştıda birbirine.
bir şair
kaçtı köyden ve mazharosmandan.

şimdi bir el olmuş
arar geçmişini.

soğuk rüzgarlar dolar içeri
sıcacık bir el
sever seni. annesini sever gibi.

saklanbaç

-ankara:

saklanbaç oynar;
aramak, bulmak, bulunmak.
yorgunluğunu şubata saklar,
oynar da oynar.
ağzında sigara, boynunda kravat
ve kara kelimelerle.

-eskişehir

bir şubata varamama telefonu acı acı çalan.
“kelime, bir arayıcısını daha gömdü yüksek ışığıyla”
dedi metalik bir ses.

aramak
ve bulmaya bunca yaklaşmak
ahh
şubatta ölüm zordur öğrettin de,
hani bize ocak ı yazacaktın.

-istanbul

ezilmişliği yüreğinde,
yağmur istedi rabbinden.
düşmeden
başı dönmüş ayakta duramazken, düşmeden.
bakma dedi.
uçurtmanın ipine basarak çıkılan yolda,
gözalıcı karadeliklerden kafasını çeviremeyene.

uçurtma
ve kıravat
sığmaz tek boyna.

-ankara

körü olduğum beyazlar,
değişik renklerle tanımlanan yüzlercesi ile
sevişilen boşluk gecelerinde
değildi.
ve onun zamanında
aşk, ölümden hep daha gizemliydi.

zafer ekin karabay'ı saygıyla anarım

sadece acıktırmıyor kafa da açıyor: libido

sadece acıktırmıyor kafa da açıyor: libido

zor günlerin mesaisinde
içerden telsiz sesleri gelirken
sarhoşluk peşinde koşar heryerim.


deniz kokar insan
saatlerce yüzeni, boğulmaktan korkanı,
kenarda cıbıldaşanı,dalga seveni,dalgadan korkanı,
sörfçüsü ,deniz görmeyeni
deniz kokar insan gözüme.

bakarım her birine
kelime kelime titreyerek.

trenler geçer gözümün önünden,
insan görürüm vagon vagon.
Her bir insan bir vagon
kendi bozkırında
gelmişler
Yüzerler denizimde.

inadına hümanist bedenin;
kendi hümanistliğine
şaşkın gülümsemeleri suratımla,
ilerlerim yanlarından.

toprak:
“çeker insanı kendine bilirim.
koca koca kökler kurmaklar özletir
ve domates ekmeyi de.”
öylesine hümanisttir gülüşü.
ve öylesine şaşkınım gülüşlerime.

açılamaz denizde sevdiceğim.
karanlık sever kendine,
kimselerin olmadığı koylar
ve sevişmek saatlerce.

derken toprak,
ezan olur çeker
çeki düzen verir kendine, sevdiceğim.
ve gündüzleyin toprağındır artık
-gidemeyişlerine rağmenin,
rağmenini seven kadın.-
ezan okunur
gider denizden.

toprağın vermelere
denizin sevişmelerine doyamadığı sevgilim
ve
ölümün almak istemelere
yaşamın gömmeklere doyamadığı sevgilim.
sizler nasıl kardeşsiniz böyle?
hem de iç içe.

ağzımda şaşkın gülümseme ,
gözümün önünde h-alaycı
-hepimiz kardeşiz- pankartları,
yürürüm ben

her bir kardeş
her biri bir vagon bozkırda
yüzerken denizimde.
.
koku veririm genizlerine,
gözlerimde tıkanır yargıları.
şaşkın gülümsemelerle.
yürürüm.

siren sesleri gelir içerden
vaktidir az sonra ezan da okunur
son bir kez sevişelim sevgilim.

ve sen ne güzel yemeksin.
zor günlerin
mesaisinde.

cevap: şaşkın ördek yavrusu

cevap: şaşkın ördek yavrusu

ne güzel gülümser güzel kız,
adı deniz .

yazar,
adı
cevap olan kitabında:

“sarılınca toğrağa,
kavrayınca 4 bir yanını
girintinle çıkıntınla
senin olur, ne güzel kavga eder seninle;
sevgilin.”

her bir soruya
bir cevap.
ve ne güzel
girintisi çıkıntısı.
sever adamını
şaşkın hümanist gülüşleriyle.

yazmış kitabının girişine:
verilemeyecek cevap değil,
sorulamayacak sorudur gözlerim.

düş ve taşikardi

Kalbi çarpmaya başlardı
Uyumaya çalışırken.

Bir direnç,
Uyumaya belki
Ve belki de uyumamaya.

-
Eskidendi
Düş günlerindeydi.
Uyurken
Saçlarını severdi,
sevgilisi.
-

Haberci kuşların ilk müjdeleri
bahar.
Ve ilk müjdecisi bünyemizin
Kalp.

Haber getirmekteler bize

Durmak zor olurmuş bir düşte.
Düş
Durgun bir göl olsa bile.

bir kayıp

Bir kayıp müzik
Ruhumun derinliklerinde.
ılık ılık kan
kayıp gider içimden.
bir müzik
.
.
.
Uzak yaşam
Kayıp ruh
Vurur bateri ağır aralıklarla

Ilık ılık kan akar içimden.
Sanı’rım.
sabah ateşi
tan dır görünen;
gözümde

Bir müzik
Bir umut
Yakışmadığım coşku
Unutmadığım tutku
Karanlıklar içinde.

kar

Bir bulut gördüm.
Bıraktı gitti yarısını.

Gitti de kar olup yağmaya.

Güneş ,
geçti kalanın içinden.

Paramparçalı bulutlu
Gökyüzüm.

Kar
komşu köyde
yağdı yağalı.

bay yanlışın davetleri

Tanırım suskunluğunu
Sen ben ve dahi herkesin
Güçlülüğüne secdeye vardığı gecelerde.
Tanırım yenilgini.

Durmak
Öylece durmak ve beklemek.

Yanlışı göstermemeye kurulmuş saatin
Yüzyıl sürecek çaresizliği kıyafetindeyken sen.
Nizami tikakların uyutmuyor beni

Dişliler çalışır gün ve gece
Ve dost sohbetleri yağlar
Muntazam her hareketi
Sağlamaya çalışır her daim sürekliliği
De
Uyuyamam ben
Tik-tak-tik-tak
Ların kulağıma çarptıkça

Ah bu irin karası,
Ah bu beyazlar beyazı çakra.
Bilmez misin
Bembeyaz uyutmaz hiç kimseyi

Durma kirlen
Kirlen de
Şaşsın beşer
Şaşsın da uyusun
Herkes kendi normalliğinde.

seyir

Bir deri gibi sıyrılıp giderdi
Gittikçe giderdi.

Parmaklarım
Bakılmaya ve gösterilmeye utanırlar
Hep cepimde gezerlerdi

Büyük susuşlar
Saklanmalar
Ve daim süren hayat.

Giderdin
Sayfa sayfa ömür.

Sayfa hep çevrilirdi
Bitti.

Çalan
Bir brezilya müziği
Dans paronoyayla gerçeğin dansı
Ve ben ne güzel seyircisiyim
Brezilya müziğinin.

martı

Figürleri çizer,
İnadıyla isyanının kanadını.

Çığrış kıyamet koparır
Koşmaz simide.

Çekilir gökyüzü
Mıknatısının manyetikliğine.

Figürler çizer,
Çığrış kıyamet.
...

Bir kıyı,
Bir küçük çocuk, sevinçle simit atar
Sürüye.
Sevgiyle.

Sorti sorti üstüne,
Bilindik hareketlerle,
Her bir hareket kendisine özel
Ve öyle güzel.

Sevgili çocuğa ve simidine
...

Çığrışlar gelir
Bulular üstünden de
Kıyamet de peşi sıra.

Yerçekimi.

Bir figür düşer
Çocuğun önüne.

İsyan ve inat
Düşer çocuğun önüne de,

Ölüm de öğretemez
Figürle figüran ayrımını
Bu çocuğun annesine